İstiklal rüzgârı başka rüzgârlara benzemez. Türk Milleti için anlamı bir başkadır. Esmeye başladı mı o rüzgâr kasırga olur. Çanakkale o kasırgayı önce Çanakkale boğazında, sonra Gelibolu yarımadasında estirmişti.
Görmediği savaş, görmediği entrika, görmediği tuzak, görmediği hile kalmamıştı Türk Milletinin.
Bundan tam 109 yıl öncesiydi. Çanakkale ne denizden ne karadan geçilemedi.
Geçemediler Çanakkale’yi...
Kolay zaferlere alışıktılar. Türk milletinin vatanı için neler yapabileceğini unutmuş gibiydiler.
Ta ki, Çanakkale’de durduruluncaya kadar.
Anadolu coğrafyasında bir daha zafer yüzü göremediler.
Ne nefesleri yetti! Ne orduları ne silah üstünlükleri ne de yürekleri…
Ve sonrasında, Çanakkale oldu Urfa, Çanakkale oldu Antep ve Çanakkale oldu Maraş. Ardından tüm şehirler!
İşgalciler, kalamadılar, duramadılar, barınamadılar, Anadolu coğrafyası üzerine hayal dahi kuramadılar.
Kendi aralarında pay ettikleri İstanbul’u da bırakıp gittiler. Mustafa Kemal Atatürk “Geldikleri gibi giderler “demişti. Geldikleri gibi gittiler.
Onlar ki kendilerine Düveli Muazzama diyorlardı. Donanmaları 18 Mart 1915’te Yenilmez Armada olarak girdi Çanakkale boğazına, üç koca kruvazör battı, yara almayan gemi kalmadı, mağlup donanma kendini can havliyle attı Yunan adalarına.
*****
Öyle bir 18 Mart’tı ki, Türk topçusu Topçu Tabyalarından ölüm yağdırdı şımarık ve kendini bilmez donanmaya.
O devrin gördüğü en kanlı deniz ve kara savaşlarıydı Çanakkale de yaşanan.
Yüzbinler toprağa düştü her iki taraftan…
Tarih işgalcileri Çanakkale’yi geçemeyenler olarak yazdı.
Türk Milletini de vatan toprağı savunulursa ancak bu kadar kahramanca savunulur diyerek geçti sayfalarına…
Düveli Muazzama Çanakkale’yi anlayamadı.
Ölçüp biçemedi. Daha sonrasının ne olacağını kestiremedi.
O dönem sömürgecilerin kıtaları sömürgeye çevirdiği dönemdi. Bu işte başı çeken İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Hollandalılar ve Portekizliler, fazla zorlanmadan çok büyük sömürgeler elde etmişlerdi.
Koskoca Afrika kıtasını kendi aralarında pay etmişler, Asya’yı çoktan bölüşmüşlerdi.
Orta Doğu ve Balkanlarda tek bir engel vardı, Osmanlı.
Osmanlı ise Tarih sahnesinden çekilmeye yakın, bazı tarihçilere göre yedi, bazılarına göre dokuz, bazılarına göre de 13 cephede birden savaşıyordu.
*****
Türk Milleti, Anadolu coğrafyasında bin yıldır, en vahşi, en kanlı ve en acımasız işgalleri ve istilaları yaşadı. Dost ve yanında bildiklerinin nasıl taraf değiştirdiğini, nasıl sırtından hançerlediğini yaşadı. En zayıf olduğu anlarda yüzüne gülüp de ardından kuyusunu kazanları unutmadı.
Türk Milleti; Dünyanın en zor elde tutulan coğrafyalarının biri olan Anadolu’da bin yılda üç devlet kurdu.
Kendini bildi bileli zulmün ve zalimlerin karşısında oldu, karşısında durdu.
Çanakkale’yi geçilmez yapanların, sadece dört yıl sonra başlattıkları İstiklal Mücadelesi dünya tarihinde mazlum milletlere, işgal altında, sömürge olarak kimliği yok edilmekle yüz yüze olan milletlere de ilham ve umut kaynağı oldu.
Çanakkale, Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk Milletine kazandıran ve onu geleceğin lideri olarak daha sonraki yıllara hazırlayan bir mücadelenin de adıydı.
Onlar ki, Çanakkale’yi görenlerdi, yaşayanlardı. Bir avuç insandılar. Mangal gibi yürekleri vardı. Koşmadıkları, çarpışmadıkları cephe kalmamıştı. O dönemin en deneyimli, en tecrübeli, en liyakatli insanlarıydı her biri.
*****
Başlarında Mustafa Kemal Atatürk vardı. Ya İstiklal ya ölüm diyerek yürüdüğü yolda, ona yol arkadaşlığı, silah arkadaşlığı yapan kurmay heyetinin her biri ayrı birer kahramandı.
İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Kazım Orbay, Rauf Orbay, Refet Bele hemen bir çırpıda sayabileceğimiz kahramanlardı.
Çanakkale deniz savaşlarında bir Topçu Seyit Onbaşı vardı. Kara savaşlarında Yahya Çavuş…
Türk Milletinin isimsiz kahramanları savaşın yönünü değiştiren hamleler yaptılar.
O kahramanları rahmetli Mehmet Akif “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinde şöyle anlatmıştı;
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi. / Bedr'in aslanları, ancak bu kadar şanlı idi. / Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? / "Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.”
*****
Türk Topçusu, beratını Fatih Sultan Mehmet’ten almıştı. 1453’te İstanbul surlarını delik deşik eden, o surlarda gedikler açan, surları hallaç pamuğu gibi atan o topçuların soyundan geliyorlardı Çanakkale’nin topçuları.
Bismillah dediler ateşlediler toplarını. Gülle yağdı Yenilmez armadaya, süzüldü gülleler, yüzen ejderhaların bacasından içeri girip infilak ettirdi koca koca gemileri.
Rahmetli Barış Manço, “Hey Koca topçu” diyordu ya onlara. O koca topçular, o Seyit Onbaşılar, Çanakkale boğazını geçilmez yaptılar.
Öyle iki efsane topçu bataryası vardı ki, unutmak ne mümkündü. Dardanel bataryası ve Hasan Mevsuf bataryası…
O koca topçular, 109 yıl önce bugün, yenilmez armadaya kafa tuttular.
Çanakkale boğazının derin sularına gömdüler, işgalcileri…
1915’ten tam yedi yıl sonra ne işgalci kaldı ne de işgal fikri, her ne düşünceleri varsa, 9 Eylül 1922’de İzmir’de denize döküldüler.
*****
Türk Ordusunda attığını vuran öyle keskin nişancılar vardı ki…
Sömürgecilerin üst rütbeli subaylarını gözlerine kestirmişlerdi.
Başını kaldıran General, başını kaldıran Albay, alnının ortasına yiyordu kurşunu.
Çanakkale’de birçok üst rütbeli subayını kaybetti sömürgeciler. Moralleri bozuldu. İlerlemeleri durdu. Birlikleri olduğu yere çakıldı.
Geçemediler Çanakkale’yi…
Onları Çanakkale’de durduranlar, şairin dediği gibi, “Bir gül bahçesine girercesine”, kara toprağa girdiler.
Ortaya konan, göz yaşartan; emsalsiz bir kahramanlık, hudutsuz bir cesaret, anlatılmaz bir feragat ve unutulması mümkün olmayan bir fedakarlıktı.
Kardeşliğin, imanın ve vatan sevgisinin iç içe olduğu Çanakkale’de 109 yıldır yatan Mehmetçikler Türk Milletinin evlatları.
Onlar olmasaydı, Çanakkale’yi geçilmez yapmasalardı, bugün ne bu satırları yazabiliyor olacaktık ne gölgesinde oturduğumuz Ay yıldızlı bayrağımız, ne de Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletimiz olacaktı.
Çanakkale zaferinin 109. yılı kutlu, Aziz şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun.