Seyyahların bakış açılarından eski Konya’yı gezerek resmetmeye ve daha sonra dünyayı görme şansını yakalamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Konya’ya 1706 tarihinde uğradığı tahmin edilen Fransız seyyah Paul Lucas, dokuz saat süren bir yürüyüşten sonra Karapınar’a ulaştıklarını ve içinde kendilerinden başka kimsenin kalmadığı bir kışlaya yerleştikleri ifade ederek şu bilgileri aktarıyor:
“Bu ülkede birbirine benzeyen, Büyük Bey’lerin, kendilerine bağlı ordularda görev alan subayların oradan geçtiklerinde konaklamasını sağlamak için yaptırttığı birçok kışla var. Bizim yerleştiğimiz kışla, atlarıyla birlikte 2.000 kişiyi barındırabilecek büyüklükte. Bu kentte aynı büyüklükte dört kışla var.”
Karapınar’dan Konya’ya yürüyerek ulaşan gezginci Lucas, şehre girişlerinde sokaklara halılar serildiğini ve bütün halkın neşe içinde coşkulu olduğunu belirterek şu ifadelere yer veriyor: “Haşmetli hükümdar Sultan Ahmed’in ilk oğlunun dünyaya gelişi şenliklerle kutlanıyordu. Haşmetli hükümdarın buyruğu uyarınca bayram on gün sürecekti ve başlayalı beş gün olmuştu. Dükkânların hepsi en güzel kumaşlarla süslenmişti: Ordugâh çadırları da kurulmuştu ve burada büyük halıların üzerine kılıçlar, tüfekler, tabancalar, hatta değirmi kalkanlar, yaylar, oklar ve her türlü antik silahlar dizilmişti. Bu bayramlara Sinne ya da Daulamal adı veriliyor. Ayın 11’inde kentin surlarını dolaştım. Otuz adım genişliğindeki bu surlar, daha iri taşlarla örülmüş kare biçimli kulelerle donatılmış. Kulelerin birçoğunda aslan ve kartal kabartmaları, bazılarında da insan figürleri görülüyordu. Yakındaki, Adamtaş Kapı adı verilen bir kapının üzerinde, devasa bir herkül figürü var, başı kopuk; ne var ki usta ve büyük zevk sahibi bir elden çıktığı anlaşılıyor. Kentin surlarını gezmek, oldukça hızlı bir yürüyüşle bir buçuk saatimi aldı. Surların dışında kalan yerler ağaçlarıyla ve bahçeleriyle kusursuz güzellikte.
Akşam yemeğinden sonra bana Molla Hünkâr’ın (Mevlânâ) ünlü türbesini gezdirdiler. Türbe, bulunduğu yer ve minarisi bakımından daha çok bir camiye benziyor, kentin en güzel mimari yapısına sahip yapılardan biri. İçinde zengin kumaşlarla kaplanmış daha bir çok sanduka bulunuyor, ne var ki Molla’nın sandukası, yanında yatan bir başka kişinin sandukasıyla birlikte bunların tartışmasız en görkemli olanı. Bütün bu görkemli güzellikleri tanıtan bir Ermeni papazı bana eşlik ediyordu.”
Fransız seyyah, iç kale içerisindeki Alâeddin Tepesi’ni gezerken “Burada evvelce kilise olan muhteşem bir cami, yanında da Konya Sultanı’nın sarayı bulunmaktadır, lakin bunların hepsi şimdi haraptır” diyor.
Bir başka seyyah (Carsten Niebuhr) ise, şehrin nüfusuyla ilgili şu bilgilere yer veriyor: “Konya’da 11.000 kadar ev bulunduğu tahmin edilebilir. Bunların 300’ü Ermeniler’e, 50 kadarı da Rumlar’a aittir. Bunun dışında Sille Rumları her gün Konya’ya ticaret için gelip giderler. Konya evleri kerpiçtendir, güzel de değildir. Şehrin surları yontulmuş taşlardan yapılmıştır, fakat çok haraptır, onları çevreleyen hendeklerin de ekserisi dolmuştur. Orada burada üzerinde Grekçe kitabeler bulunan (mutemelen mezar) taştan ve hayli zedelenmiş insan figürleri görülür, bunlar bazen şurada burada, bazen de surlar üzerindedir.”
Niebuhr’un kitabında ayrıca; kendisine ait olduğu anlaşılan şu dipnotu da enteresan: “Türkler, Konya’da dervişle, Adana’da suhte (yıllanmış medrese öğrencisi, softa) ile, Şam’da şerifle, Erzurum’da yeniçeri ile Selanik’te Yahudi ile münakaşaya girmekten kaçın, derler.”
FRANSIZ AJANIN KONYA’YA BAKIŞI
Bütün Osmanlı ülkesinde tanınan İspanyol asıllı bir Fransız ajanı olan Domenıco Badıay Leblıch (Ali Bey), casusluk faaliyetlerini rahatça yapabilmek için Müslüman olmuş ve kendisinin Peygamberin soyundan geldiğini iddia etmiş. Arapça ve Türkçeyi ana dili gibi konuşan gezgin Leblich, 1814’de yayımlanan seyahatnamesinin Konya bölümünde çocuklarla ilgili “hepsi güzel, yasemin ve gül renkli sağlıklı ve iyi giyimlidirler…” gözleminde bulunuyor.
“Konya ve Karaman bölgesinin ekmeğinden bahsetmektedir. Tarifinden bunun, bugün çok tanına etli (ekmek) pide olduğunu, anlıyoruz” anekdotu da eserden.
Wıllıam Francıs Aınsworth ile Charles Texıer adlı seyyahların 1835 ve 1839 yıllarına ait Konya intibalarını da Pazar günkü yazımda yer vermeye çalışacağım.
AZİZİM DİYOR Kİ…
Yabancı seyyahların seyahatnamelerinde yer verdikleri Konya’yı gezerken, eski Gonya ile ilgili bilmediğimiz o kadar çok bilgiye sahip olmak ta güzel bir şey. Yalnız, gerçekten tarihî Konya’yı kendi ellerimizle, cahillikten kaynaklı yok ettiğimiz de ortaya çıkıyor.