Selçuklu, İran ve İslâm sanatları üzerine araştırmalarıyla bilinen tarihçi Friderich Sarre, 1896 senesinde yayınlanan “Küçük Asya’ya Seyahat” adlı kitabında, Konya’ya 1895 yılındaki yaptığı seyahat izlenimlerini Selçuklu dönemi yapılarını ayrıntılı bir şekilde ele alarak inceliyor. Bu eserden ayrı olarak Konya ile ilgili iki yayınının daha olduğu bilinmekte.
Konya’yı, nasıl hissettiğini “çöle benzeyen çevrelerine rağmen Lykaonia şehirlerinin verdiği duyguyu, hem de Küçük Asya’yı en iyi tanıyan kişilerden biri olarak, hissettim sanıyorum” şeklinde ifade eden Friderich Sarre’nin, 1936’da yayımlanan “Der Kiosk von Konia” adlı eseri de Yüksek Mimar Şehabettin Uzluk tarafından 1967’de “Konya Köşkü” adıyla yayımlandı. Ayrıca, “Konya Selçuklu Abideleri” de Konya İpek Yolu dergisinin “Konya II” özel sayısında, Şehabettin Uzluk ve Ali Osman Öztürk’ün çevirisiyle yayınlandı.
1865’te Berlin’de doğan ve 1945’de ölen Alman sanat tarihçisi Friedrich Sarre, Orta Doğu, özellikle de İran ve İstanbul'da topladığı arkeolojik nesneleri, 1899 yılında Berlin'de, 1903 yılında da Paris'te sergiledi. 1905 yılında Ernst Herzfeld ile tanıştı. Birlikte 9. yüzyıl Abbasi hanedanının başkenti Samarra'da kazılar yaptılar. Ölümünden kısa bir süre sonra evinde bir yangın çıktı. Yangında kitap, fotoğraf ve makalelerinin çoğu tahrip oldu.
1895’in yazında Konya, Aksaray, Doğanhisar, Beyşehir, Eğridir, İsparta ve Dinar’ı içine alan gezisinde Selçuk yapıları ile sivil mimarlık örneklerinden oluşan 75 fotoğraf söz konusu kitabında yer vermiştir.
Konya’nın Müslüman halkının “uzun boylu” ve hamallarının da “güçlü vücut yapısı” olduğunu sokak ve pazarları gezerken edindiği ilk izlenimlerini bu şekliyle ifade eden Alman gezgin Sarre, Sultan Selim Camisi’nden biraz bahsettikten sonra Mevlânâ Dergâhı’ndan “tekke” diye söz ederek şunları dile getiriyor:
“Caminin birkaç adım uzağında dervişlerin ibadet yeri olan ‘Tekke’ yer alıyor. Ön kapıdan içeriye giriyoruz ve buranın sunduğu dostane manzaraya şaşırıyoruz. Avlu, üç tarafından yeşil sarmaşıklarla sarılı revaklarla ve dervişlerin odaları olan alçak binalarla çevrili. Ortada, ağaçların gölgesinde, sütunların taşıdğı bir çatının altında mermer bir çeşme var. Çeşmenin çatısının altında eski Kütahya çini işi olan çini bir küre ile ahşap bir gemi modeli –herhalde sembolik bir anlamı var- sallanıyor.”
Mevlâna öğretisinden ve Mevlevî tarikatından bahsederek Osmanlı Sultanlarının Mevlevî meşrepli olmalarından dolayı saraydaki etkisini de anlatan Sarre, şu bilgilere yer veriyor: “Dervişler geçimlerini genellikle bir zanaatla uğraşarak kazanırlar. Beş yüz müridden çok azı tekkede yaşar. Büyük çoğunluğu misyonunu yaymak için yollara düşer. Mevlevilerin tipik kıyafeti, ‘ferace’ adı verilen koyu yeşil renkli bir hırka ile başlarından hiç çıkarmamaları gereken ‘Haydariye-i şerif’ adını taşıyan ve kahverengi keçeden yapılma yüksek başlıktan meydana gelir. Bu dervişlerden ikisi bize tekkeyi gezdirdiler. Çok candan davranarak hücreleri gösterdikleri gibi ibadet mekânları ile şeyh mezarlarının bulunduğu büyük binaya girmemize de izin verdiler.”
Sarre, o yıllarda şehirdeki tek diplomatik temsilcilik durumunda ‘Rus Konsolosluğu’nun bulunduğunu bize haber verirken gezdiği ve gördüğü bütün Selçuklu yapılarını detaylı bir şekilde anlatıyor.
Meram’ı gezerken Ateşbaz Veli’ye ait ve 1285 yılında inşa edilen türbenin arkasında bir mezarlığın olduğunu ifade ederek şöyle bir tarif yapıyor: “Burada bir velinin mezarının üstünde, sütunlara oturan mermerden ferah bir türbe var. Yapının üstü sivri biten bir çatıyla örtülü…”
“Selçukluların en güçlü sultanlarının sarayı kaledeydi: Burada bilim ve sanat desteklenir, muhteşem binaların yapımı planlanırdı. Bu gelişme dönemi Moğol akınlarıyla son buldu. Osmanlıların, Konya’yı da hükümranlık alanlarına dahil etmesiyle Moğol akınları bitti. İçinde yaşadığımız yüzyılda bile Konya ovasında bir ölüm kalım muharebesi yapılmıştır. 21 Aralık 1832’de Mısırlı İbrahim Paşa burada Türk Başvezir’i Reşid Mehmed Paşa’yı yenmiş ve onu esir almıştı. Bütün bunlar, bugün Konya’nın bulunduğu yerde, geçmişte olup biten olayların, -Konya’da bir cadde ve kahramanlarını- hayalimizde canlanmalarının kısa bir özetidir. Her dönemin burada bıraktığı yapıtlarda o kişilerin izlerini bulduğumuza inandık. Konya sabahlarımızı ilginç anıtların ve özellikle Selçuklu yapılarının fotoğraflarını çekmeye , öğle sonralarını da çevreyi gezmeye ayırdık. Sultan Hanı’na, Aksaray’a ve Tuz Gölü’ne bir tur yapmak için Konya’dan sekiz günlüğüne ayrılıp yine kısa bir süre için Konya’ya döndük ve ekselansları Konya Vilayeti Valisi’ne misafir olma şerefine eriştik.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Konya’da Selçuklu eserlerinin nasıl yıkıldığını ve yok edildiğini Alman gezgin Sarre’nin anlatımıyla, üzülerek ifade etmeye çalışacağız. Daha sonra ise, Macar bilim adamı Bela Horvath’ın Konya’daki gezi izlenimlerini ele alacağız.