Macar bilim adamı ve Türkolog Bela Horvath, 1913 senesinin Konyasını gezerken “Türk tüccarı müşterisine son derece kibar. Zorlama, listeleme, kavga yok, çünkü önemli olan edep ve namus” diyerek Konyalı tüccarların nasıl bir ticaret ahlâkına sahip olduklarını da dile getiriyor. Doğu insanı ile Batı insanını yaşayış ve dünyaya bakış açısıyla şöyle yorumluyor:
“Paranın üstünü tam olarak geri veriyor, tartıyı dürüstçe yapıyor ve tartarken terazide yuvarlak ağırlıklar kullanıyor. Ağırlık birimi okka (1.28 kg). Tekstil ürünlerini (bez) arşınla ölçüyorlar (68 cm.). Metrik ölçüm sistemi kullanma zorunluluğu epeydir yürürlükte olmasına rağmen kimse kulak asmıyor. Dükkânlar bazen akla hayale sığmayacak kadar küçük: Bazı yemenicilerin veya turşucuların dükkânı bir sandıktan ibaret. Kendisi, ayaklarının altına alarak bu sandığın içine oturuyor, çekiç, çivi, deri ve diğer iş eşyalarını ve hazır bir iki ayakkabıyı da etrafına yayıyor. Böylece dükkân kurulmuş oluyor. Dükkânın kira gideri de o sandığı alırken ödediği birkaç kuruş oluyor. Bundan başka masraf yok. Böylece kazandığı birkaç kuruş tamamen kâr olarak kalıyor. İşte bu kadar işe yoksul başlayan esnaf zamanla kendini topluyor, biraz para biriktirip dört adım eninde, beş adım boyunda kocaman normal bir dükkân açıyor! Dükkân sahibi ve birkaç arkadaşı ya barakanın içinde veya yolun kenarında yerde oturuyorlar. Doğal olarak bu insanların tümü erkek. Kadınlar ortalıkta hiç görünmüyor; onlar evde temizlik, çamaşır işiyle meşguller. Seslerini yükseltmeden sohbet ediyor, arka arkaya sigara sarıyor, keyif yani dinlenmenin tadını çıkarıyorlar. Bu kavram Müslümanlar için şu fani dünyada tadılabilecek güzel şeylerin tümü anlamına geliyor. Yüzlerindeki ifade, sakinliği ve sabrı dile getiriyor. Bütün çarşı yavaş hareketlerin, uyuşturucu sessizliğin egemenliğinde dinleniyor. Batı’nın koşuşturmaya dayalı, telâşlı ticaret hayatı ne kadar da farklıdır! Dünyanın bu doğu yakasında insanlar farklı, hayat farklı, ihtiyaçlar ve amaçlar çok farklı. Batı, dünya nimetleri için mücadelenin, sabırsız kavganın, sonu gelmeyen koşturmanın dünyası. Burada ise bu dünya Tanrı’nın vaat ettiği cennet için bir hazırlık sadece.
Doğu’da sabit fiyat diye bir kavram tanımıyorlar. Eğer bir şey satın almak istiyorsanız, pazarlık bu işin kopmaz bir parçası. Ama Avrupalılar, özellikle Rum ve Ermeni tüccarlar tarafından mutlaka kazıklanıyorlar. Şehirde sık sık körlerle ve Mısır göz hastalığına yakalanmış insanlarla karşılaşıyoruz. Türkü söyleyerek dilenen toplumsal bir kesim oluşturuyorlar. Ellerinden tutan birinin dolaştırdığı bu dilencilerin acıklı ve kederli türküleri insanı ağlatacak kadar kederlendiriyor. Sadaka istiyorlar, ama 1 para verdiğinizde almıyorlar bile, 10 para istiyorlar!”
KONYA’DA BİR JÖN TÜRK SUBAYI
Konya Lisesi’nde Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Ahmed Bey’le de tanışan Macar Türkolog Horvath, “Ahmed Bey modern Türk subaylarının tipik bir temsilcisi” olduğunu ifade ettikten sonra onunla Türkiye’nin geleceği üzerine yaptığı sohbeti, önemine binaen istifadelerinize sunuyorum:
“-Biliyor musunuz efendim, diyor, İtalyan ve Balkan savaşları bizim için çok büyük ders oldu. Biz bu savaşlardan başarısızlığımızın nedeninin kendi geri kalmışlığımız olduğunu kavradık. Bu yüzdendir ki, acılı bir dönemin ardından bizim toplumun aydın kesimi kalkınmaya dayanılmaz bir özlem duymaya başladı.
“-Peki ama bu çok yönlü reform işine nereden başlamak niyetindesiniz?”diye soruyorum.
-İlk ve en önemli iş eğitim sistemimizin reformu, meslek eğitimi, teknik ve sanayi eğitimi ve ulusal bilinç yaratmak! Bizde ilkokul zorunluluğu mevcut, ama okullarımız az ve daha da önemlisi bu okullar kötü ellere emanet edilmiş. Halk eğitimini okullarda hocalara teslim ediyoruz. Aydın ve ilgili olmanın simgesi olan sarık giyiyor bu hocalar (fesin çevresine sarılan beyaz bir kuşak) ama bu insanlar çoğunlukla çok ilkeller. Medreselerinde öncelikle ve sadece ilahiyat tahsil ediliyor ve sonra da sadece bunu öğretiyorlar. Yeni hükümet, eğitimi devlet denetimi altına almak istiyor ya da en azından hocaları sınavdan geçirmek ve uygun olanlara öğretmenlik yapma hakkını tanımak niyetinde. Ama buna karşı bu kesimde müthiş bir tepki var. Çünkü bu iş sonuçta birilerinin ekmeğini kaybetmesine yoş açacak. Halkın dini liderleri durumunda da olan bu hocalar, bazı emekli ve huzursuz subaylarla birlik olup ilerici hükümetin en önemli hasmı durumundalar.
-Peki neden bu kadar çok subay emekli edildi?
-Çünkü Sultan Abdülhamid zamanında bir ispiyoncu binbaşlığa, her ajan generalliğe, hatta valilara rüşvet veren sıradan fırıncılar yüzbaşılığa getirildi! Çoğunluğu haksız olarak terfi ettirilen ve şimdi elli yaşındaki bu subayların önemli bir kısmı emekliye sevk ediliyor. Tabii onlar bu durumu anlayışla karşılamıyorlar.
-Peki kadınların eğitimi nasıl?
-Ne yazık ki en geri olduğumuz konulardan biri de bu! Kız okullarımız da yok değil, ama son derece kısıtlı sayıda. Oysa Kur’an’ın ‘Hayatta gerekli olan bilgiye ulaşınız’ mesajı açık ve bu sadece erkeklere değil, kadın-erkek tüm Müslümanlara yol gösteriyor. Toplumumuzda kadınların bu kadar geri konumda olması Kur’an’ın yanlış değerlendirilmesindendir. Bugün artık toplumda çoğu kimse kız çocuklarını da okutmak, onları eşit kılmak istiyor.
-Türk kadınlar Hıristiyan kardeşleri gibi haklara sahip olabilecekler mi?
-Tam olarak değil! Çünkü biz, Avrupalı kadınların durumu ve Türk kadınlarının durumu arasında bir orta yol bulmak istiyoruz. Biz kadınlarımızı modernleştirmek istiyoruz, ama öte yandan Avrupalı kadınların hafifliği bizleri endişeye de düşürüyor. Kadın özgür olsun, ama bu arada kocasının ve ailesinin kadını olmaya devam etsin. Açık elbiselerle dolaşmasın, başkalarına işve yapmasın, eğlenceye, baloya gitmesin, ama öğrensin ve kültürlü olsun. Çoğumuz artık karılarımızın yüzleri açık olarak, Avrupalı giysilerle dolaşmasına izin vermek istiyoruz, ama bu mümkün değil. Bu giysilerle halkın arasına çıkamazlar, çünkü bu ülkede çok fanatik insan var ve hem eşlerimiz ve hem de biz bu yüzden saldırıya uğrayabiliriz. Ah efendim, biz Jön Türkler ilerlemeyi ve kalkınmayı gerçekten çok istiyoruz. Yenilgiler bizi karamsarlığa ve çaresizliğe sürüklemedi. Tam aksine, yurdumuzu nasıl sevebileceğimizi, nasıl kalkındırabileceğimizi öğreti bize bu yenilgiler.”
Yazarın yorumu: (İşte bakın bu anlatılanlardan ne kadarı kitabın yayınlandığı 1929’a kadar gerçekleşti!).
AZİZİM DİYOR Kİ…
Peki, 21. Yüzyıl Türkiye’sine gelindiğinde, yukarıda Genç Türk Subayımızın anlattıklarının kaçta kaçı gerçekleşti acaba!