Akçaabatlı Temel Yemen ve Mısırda yedi yıl savaşmış, çalışkanlığı ve dürüstlüğü sayesinde çavuşluğa kadar yükselmiştir. Terhis olunca, ailesiyle İstanbul’a gelir, Sarıyer’e yerleşir. Fakat beslediği inekler ölünce işsiz kalır. Geçim sıkıntısından bunalarak memleketine giderken vapurda rastladığı Samsunlu Osman Bey onları işe alır. Tütün tarlalarının yanındaki derme çatma bir eve yerleşirler. Tüm aile canla başla çalışsa da sivrisinek ve sıtma bellerini büker, dayanamayınca oradan da göçerler.
Göç yolunda bir ara hızla üzerlerine gelen bir ağa oğlu Mümtaz atıyla hepsini birden çamura yuvarlar. Ali şımarık, küstah ve etrafa sarkıntılık eden Mümtazı atından aşağı atar. Mümtaz o anda sesini çıkarmasa da Ali’nin yaptığını da unutmaz, bunun acısını çıkarmaya karar verir.
Temel Çavuş ve ailesi sıkı bir çalışmaya girer. Tek umutları bir Rum’dan kiraladıkları bahçe olsa da yeterli para kazanamadıkları için geceleri Çavuş ormanda avlanır. Bahçeleri zaman zaman Mümtaz’ın nal izleri altında ezilse de, bahçeden çok para kazanırlar ve eski durumlarına kavuşurlar. Başka bahçeler kiralarlar. Tam rahata erecekleri zaman bu defa da savaş gelip çatar. Çavuş yeniden askere alınır. Evin yükü Ali’nin sırtına biner. Üstelik evin hanımı Şakire de yedinci çocuğuna hamiledir.
Bu arada şehirde erkeklerin çoğu askere alınır. Mümtaz fırsatı kaçırmaz, Ali 15 yaşında olduğu halde, asker kaçağı diye ihbar eder ve Ali askere alınır. Ardından, bahçelerine el koyar. Yakında oturan bir Yüzbaşı Aileye asker ailesi olduklarından onlara yardım eder, evlerinden atılmalarını önler. Bu arada Temel Çavuş’un cephede donarak öldüğü duyulur. Şakire iyice bunalır. Savaşı kıtlık izler.
Ali’den bir mektup, ardından ölüm haberi gelir. Çocuklarından küçük Hüseyin ile Fatma açlıktan ölür. Şakire, ormandan topladığı odunun bir yüküne bir somun alabilir. Açlık, kolera, tifüsten ölenler olur. Aile terkedilmiş bir eve yerleşir. Açlık son haddindedir. Musa’nın mezbahasından atılan bağırsakları Şakire temizleyerek yemek yapar. Bir süre sonra mezbaha sahipleri, bağırsakları parayla satar. Ayakta durmak zordur. Şakire çocukların en küçüğünü toprağa, kalan üçünü yetimhaneye verir. Hastalanır, hastaneye yatar. Ne yazık ki talih orada da kendisine gülmez. Bir hastabakıcı, Şakire’nin para kesesini alabilmek için ona öldürücü iki iğne yapar. Kadıncağız birkaç gün sonra acılar içinde göçer.
Bu yazı Hasan İzzettin Dinamo’ nun Savaş ve Açlar romanının özetidir. Roman bir ailenin düşebileceği en zor şartlardaki hayat mücadelesinin, savaşın etkisiyle, nasıl acıya dönüştüğünü, nasıl dağılma ve yok olma sürecine girdiğini anlatan, çarpıcı ve bir o kadar da etkileyici bir romandır.
İnsanlık ve Türk tarihinde kıtlık ve açlık çokça rastlanır. Son yılların önemli konuları arasında küresel ısınma ve gıda krizine bağlı olarak açlık kuvvetle gelse de israf devam ediyor. Gıda israfı aynı zamanda üretim için kullanılan suyun da israf edilmesi demektir. Bir yanda kuraklık ve azalan su kaynakları, öte yanda kaynakların israf edilmesi. Türkiye gibi küresel ısınmadan en çok etkilenecek bir ülkede israfın yüksek olması işin daha da vahim tarafını oluşturuyor denebilir. Yakın tarihinde çeşitli zamanlarda yokluk ve kıtlıklarla karşılaşmış Ülkemde israfın bu derecede yüksek olması büyük tehlike arzediyor.
Bir duvar köşesinde küflü ve oldukça taze ekmeklerden ibaret büyük bir yığına rastlıyorum. Yandaki inşaatın bekçisi taze ekmekleri göstererek, her gün buraya üst üste atıyorlar diyor. Şehirde bunun gibi daha nice ekmek ve yemek atıkları var. Belediyeler bu işe el atmalıdır ve şehrin birçok yerinde atılan, zamanla küflenen, sağlığı tehdit eden bu rezalete dur demeli, sonra da bunları toplamalıdır. Devlet, belediyeler, sivil toplum ve ferdi olarak israf ile mücadele temel vazifelerimizden biri olmalıdır. Evde, sokakta, çarşı-bakkal-pazar; her yerde israf. Daha da açığı israfla mücadele yasalara konu olmalı, her türlü israfa (gıda, su, toprak) karışan müsrifler trafik cezaları gibi cezai muameleye tabii tutulmalıdır.
Sonradan görme veya kendini toplumdan soyutlayan bazı kesimler güya kedi-köpek besleme niyetiyle kendilerine bir mazeret bularak rahatlatmak adına bu tür israfa kucak açıyor. Kültürümüzde dışarıda bir lokma da olsa birşey yemeyi ayıp sayan bir anlayıştan, israfı meşru sayan görgüsüzlere ne denir.
Tasarruf az malı çoğaltır, israf çok malı azaltır (Hz. Ali).