Gönlünde Yunus’un Mevlânâ’nın sevgisini taşımak!

Erol Sunat

Yunus ve Mevlânâ yüzyıllar öncesinde Anadolu’da gönülleri imar ettiler. Gönüllere sular serptiler. Gönülleri fethettiler. Zehir zemberek dilleri, nefret dillerini, nefret sözlerini yağ ile bal eylediler...

Onlar ki, Hz. Peygamberin yolundan, onun izinden, onun saçmış olduğu mana incilerinden nişane olan, şiirlerle, sözlerle ümitsiz gecelere ümit ışığı oldular.

Her mecliste, her sohbette, her hanede, her handa, her kervansarayda, her şehirde, her kasaba da her köyde onları andı, onlardan anlatanları can kulağıyla dinledi insanlar.

Huzur buldular, sükûn buldu haneleri, teselli oldu yaraları.

Moğollar bir çekirge sürüsü gibi istila etmişlerdi Anadolu’yu. Moğol Noyan’ı Baycu, o kadar çok kan döktü, o kadar çok insanın hayatını söndürdü ki, o felaket dolu yıla Baycu yılı dedi tarihçiler.

Moğol zalimdi, Moğol insafsız ve merhametsizdi.

Soymadık insan bırakmadılar Anadolu’da.

Gözleri hiç doymadı.

Her şehirden oldukça ağır vergiler almaktan çekinmediler.

O vergileri vereni de öldürdüler, vermeyeni de.

Hiç kimseye acımadılar.

Anadolu yaralarını onlarca yıl saramadı. Âli Selçuklu tarih sahnesinden çekildi.

Her haneden, her sülaleden birçok can Moğol zulmüne kurban gitti.

Moğollar aynen bir kâbus gibi çöktüler Anadolu’ya… Dağlar taşlar ağlıyordu. Ah ediyordu. Yalvarıyordu bu zulümden ve zalimlikten kurtulmak için.

O kadar çok masumun kanına girdiler ki, Anadolu böyle bir vahşeti, böyle bir insafsızlığı 15 Mayıs 1919 tarihiyle başlayan Yunan işgaliyle bir daha yaşadı.

Anadolu Moğol zulmüyle yaşadıklarını Yunus’un ve Mevlânâ’nın teselli eden yaklaşımlarıyla ve onların sözleriyle aştı. Birçok meseleye de onların bakış açısı ve yaklaşımını esas alarak yaklaştı.

*****

Gönlümüzde Yunus’un ve Mevlânâ’nın sevgisini taşımış olsaydık eğer, her şey çok daha başka, çok daha farklı olabilirdi.

Hoşgörüden bu kadar nasipsiz olmazdık mesela…

Anlayışımız bu kadar kıtlaşmazdı.

Kör inatlarda ısrar etmek yanlışından dönebilirdik.

Sevgisizlik elimizi, kolumuzu, yolumuzu bağlayamazdı.

Bir zamanlar aramızda var olan gönül köprülerini harap edenlerin, harap bırakanların yakasına yapışırdık! Senin niyetin ne, senin bize kastın ne diye?

Neden Yunus’un ve Mevlânâ’nın sevgisiyle aramızda kara çalılar var?

Dikenler var…

Zehirli sarmaşıklar var…

Ayrık otları var…

Yollar da tuzaklar, tümsekler, uçuruma davetiye çıkaran korkuluksuz virajlar var.

Neden bitmedi cevabını alamadığımız, veremediğimiz sorular?

Aslında bu anlamsızlıkları tek bir şeyle aşabileceğimizi biliyoruz.

Lakin, o taraftan kapak kaldırmak işimize gelmiyor.

Öteledikçe ötelediğimiz ne mi?

Sevgi…

Sevmek kolay mı diye sevgiyi gözümüzün önünden yanı başımızdan alıp götürenlerin ne geçti eline?

Sevgisizlik!

Kim sevgiden yüz çevirdiyse, sevgiyle arasına mesafe koyduysa, sevgiye insanları hasret bıraktıysa her biri yalan oldular. Sevginin kalplerde yaşadığını, aslında hiçbir yere gitmediğini, götürülemediğini hiç mi hiç anlayamadılar.

*****

Bize miras kalan, yol gösteren Yunus’un ve Mevlânâ’nın sevgisini durdurmak, engellemek, yolunu kesmek için cümle sevgisizlik alarma geçmiş durumda…

Bundan böyle sevgisizlikle işimiz var.

Sevgisizlik sevgiyi gördüğü yerde önünü kesiyor, hakaret ediyor, tehdit etmekten çekinmiyor, sevginin kolunu kanadını kırıyor.

Sevgi haklılığını orta koymaya kalktığında setler, duvarlar, bir türlü açılmayan kapılar, cevap verilmeyen sorular birer heyula misali dikiliyor karşısına…

Sözüm ona sevgisizler sevgi dolular.

Biz diyorlar bilmez miyiz sevgiyi? Bilmez miyiz sevmeyi?

Bizde severiz Yunusu…Bizde severiz Mevlânâ’yı…

Madem öyle, bu yaklaşım neden böyle sorusuna susmak keşke cevap olabilseydi.

Gösterin o zaman sevginizi…İspat edin o sevgiyi…

Sözlerinizde, davranışlarınızda onlardan nişaneler bulunsun. Bulunsun ki, bitsin belirsizlikler, çekip gitsin cümle isler-sisler, açsın hava, doğsun güneş, gülsün yüzler, gülsün gözler…Çünkü, gönlümüzde Yunusun ve Mevlânâ’nın sevgisini taşımak lafla olmuyor.

*****

Bugün çektiğimiz sıkıntı, bugün içine düştüğümüz çıkmazlar, bugün yaşadığımız ayrılıklar, bunalımlar, bugün yaşadığımız anlamsızlıklar, vurdumduymazlık ve umursamazlıklar, sevgiden ve sevmekten bihaber olmamızdan…

Çünkü biz…

Doğrularımızı kaybettik…Dürüstlüğümüzü kaybettik…Hoşgörümüzü kaybettik. Vicdanımızı kaybettik.

Dostluğumuzu kaybettik, kardeşliğimizi kaybettik.

Çünkü biz kendimizi kaybettik, kendimizi…

Kaybettikçe, kaybedenlerden olduk. Uzaklaşanlardan olduk, yabancılaşanlardan olduk.

Aramıza soğukluk girdi. Nifak girdi. Ara bozan eller, fitneyi ateşleyen diller girdi.

Sevgisizlik hâkim oldu sözlere, gözlere, hal ve hareketlere…

Bir küstük, barışamadık.

Bir sustuk, konuşamadık…

Bayramlar geldi geçti, kucaklaşamadık…

Sebep olanlara hakkımız helal değil…Yarın huzuru mahşerde iki elimiz iki yakalarında.

İyilik yapmak, iyi olmak, iyi davranmak gibi hasletlerle küs olmak gibi, küs kalmak gibi bir bahtsızlık yakamızı bırakmıyor.

Sonra’da Yunus’tan, Mevlânâ’dan dem vuruyoruz. Sözüm ona dilimizden düşürmüyoruz!

Bir zamanlar gönlümüzde Yunus’un ve Mevlânâ’nın sevgisini taşıyanlardık her birimiz. Arayanlardık, soranlardık birbirimizi…

Ne girdi aramıza? Ne oldu bize? Kim ayırdı böylesine bizi?

Ancak Yunus’un ve Mevlânâ’nın sevgisi, hoşgörüsü iyileştirebilir her birimizi…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.