İnsanlar, en çok dinleri ve ideolojileri için ölümü göze alıyormuş. Ama ne yazık ki bu din ve ideolojilerin hepsinin yol tabelası cenneti gösterdiği halde bu yolların çoğu cehenneme çıkıyormuş. Tarihçiler böyle diyor.
Karanlık güçler çok zeki, dindar ve bilgili insanların bile beynini yıkayabildiğine göre bu doğru olabilir. Kuklacıların kimler olduğunu, kullandıkları taktikler, araç ve amaçlarıyla birlikte halkımıza, özellikle de gençlere ve bilhassa öğrencilere korkmadan, açık açık teşhir edebilmeliyiz.
Halkımızın sağ ve sol diye bölündüğü, hatta bunların da kendi içinde tekrar düşman gruplara ayrıldığı, yetmişli yıllardı. Ankara’da okuyordum. Benim okul da dahil, Ankara’daki okulların çoğu solcuların elindeydi.
O öğrencilerin ülkeyi komünist yapabilme uğruna her türlü cezayı, hatta ölümü göze almış oldukları her hallerinden anlaşılıyordu. En büyük saygıyı Lenin, Stalin, Mao gibi komünist liderlerine duyuyorlardı.
Bizim okulda, “Ülke elden gidiyor. Bizim kurtuluş reçetemiz komünizmdir. Oysa komünizm bizim insanımıza öcü gibi gösterilmiş. Biz şimdi bunun doğrusunu anlatacağız. İyi dinleyin, konu çok önemli!” diye söze başlayan o gençler, bize çok içten konuşmalar yaparlardı.
Solcu olmayanlar kendini gizlemek zorundaydı. Kimlerin sağcı olduğu, sağcıların kaç kişi olduğu belli değildi. Ancak gizlice gittiğimiz uzak camilerde, Cuma namazlarında bazen tanıdık simalar görürdük.
Sayıları on binlerle ifade edilen bu komünist öğrencilerin büyük çoğunluğu, sanki günlerce uykusuz kalmış gibi gergin, gözleri kızarmış, yorgun, huzursuz, perişan bir haldeydi. Adeta mankurt gibi, robot gibi olmuşlardı.
Konuştuğum bazıları, “Halkımıza komünizmi iyi anlatamadık, bu faşist yönetimlerle ülke uçuruma gidiyor!” diye kahroluyordu ve bunda samimiydiler. Kendilerini komünizme adamış oldukları açıkça belliydi.
Şimdi aradan kırk yıla yakın zaman geçti. Bu esnada, başta bu işlerin mimarı Sovyet Rusya olmak üzere birçok komünist ülke, komünizmle hep geri kalacağını anladı ve komünizmi terk etti. Biz de yarı komünist, yarı kapitalist olan o karma ekonomiyi bırakıp, serbest pazar ekonomisine geçtik.
Çünkü devletçi, tekelci komünist ekonomi, ileri ülkelerdeki özel sektörle hiçbir konuda, dünya pazarlarında rekabet edemiyordu. İleri ülkelerde, birçok devletten bile daha zengin ve donanımlı, çok sayıda özel sektör firması vardı. Bunların gücü, sadece devlet gücüyle yapılabilir sanılan büyük projeleri bile yapmaya yetiyordu.
Komünist ülkeler devletçi, tekelci ekonomiyi çoktan terk ettiği halde biz hala her şeyi devletten bekliyoruz. Bu yüzden özel sektöre ve güçlü firmalara da soğuk bakıyoruz. Birçok insanımız, eskide kalmış devletçi komünist ekonomi sevdalılarının etkisinden, bu gün bile kurtulabilmiş değildir.
Çünkü yetmişlerde okumuş insanımız fazla değildi. O öğrenciler, okullarını bitince ülkenin tahsilli kişileri arasında hemen yerlerini aldılar. Yıllardır medyada, kamuda vb. etkili yerlerde görev yapıyorlar.
Zaman içinde, o günlere ait birçok konu açıklığa kavuştu. O zaman sağcı-solcu diye bizi düşman kamplara ayıran şeyin de diğerleri gibi dış kaynaklı bir fitne olduğunu bu gün artık sağcılar da, solcular da biliyor.
Bu yüzden, eskilerden çoğunun bu mikroba karşı bağışıklığı var. Ama yeniler korumasız. Onlara sürekli, koruyucu aşı geliştirmek gerekiyor. Çünkü grip virüsü gibi bu mikrobun da her gün yeni türleri ortaya çıkıyor.
Yıllarca İngilizce Öğretmenliği yaptım. Yabancı dil gibi çok gerekli bir konuyu bile yabancıların kendi ideolojilerini benimsettikleri kadar çocuklarımıza benimsetemedim ben.
Demek ki konu, din ve ideoloji ambalajıyla sunulunca ayrı bir çekicilik kazanıyor. Bizim de bir devlet ideolojimiz vardı ama o adeta unutturuldu. Herhalde tekrar bir savaş olursa hatırlanacak. Allah korusun.
Her konuda batıyı örnek gösteren, her işimizde “dünya ne der” diyerek batı onayı arayan, kendi insanımızı ve değerlerimizi hakir gören, kafadan bağımlı bir kesim var bizde. Hem de taa Osmanlı’dan bu yana var.
Dışarı adına içerde kamuoyu oluşturan bu kesim, bu günkü gibi etkili yerlerde oldukça, bağımsızlığımıza gölge düşürmeye çalışanların iç işlerimize karışması ve istenmeyen olaylar çıkarması hep olacaktır.
Kökü dışarda örgütlere, bunların tezgahladığı toplumsal hareketlere, dünyaya yaydığı fikir ve ideolojilere gençlerimiz tekrar ilgi duymaya başladı.
Dünyadan kopmayalım ama aklımızı da başımıza toplayalım. “Melek yüzlü şeytan” filmi, iblisin (şeytan) kovulmasından itibaren hep gösterimde, unutmayalım. Allah bizi gaflet ve dalalet içinde bırakmasın. Amin!