Bilindiği gibi toplumun en küçük birimi ailedir.
Yani aile, toplumun temelini oluşturur. Temel ne kadar sağlam olursa, üzerindeki bina da o kadar sağlamdır.
Geçmişten günümüze, günümüzden yarınlara ailenin yapısında da değişimler olacaktır. Oluşan şartlar bu değişimi zorunlu kılıyor.
Dünün doğru bilinenleri, bugün kabul görmeyebilir. Bu değişimlerden korkmamalıyız. Ancak bu değişen kabullerin, aile yapısının özüne zarar vermesine de kayıtsız kalamayız.
Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımız bu günlerle kıyaslanamaz. O zamanlar televizyon yoktu. Radyo ve telefon olan ev parmakla gösterilirdi. Çoğu evde elektrik dahi yoktu. Televizyonların evlerimize girmesiyle, adeta dünya küçüldü. Arkasından cep telefonları ile birlikte değişim kaçınılmaz oldu.
Artık ipin ucu iyice kaçtı. Tutabilene aşkolsun. Televizyon ve sosyal medya, çocukları eğitme konusunda anne-babalardan daha fazla söz sahibi oldu.
Televizyonların “sorumsuz” yayın politikası gençlerimizi olumsuz etkilemekte, adeta zehir kusmaktadır. Çalışmadan zengin olmak, gününü gün etmek, kadın ve erkeklerin nikahsız birlikteliği gibi uçuk -kaçık konular sorumsuz televizyonlar tarafından normalmiş gibi empoze edilmektedir.
Gençlerimiz üzerindeki menfi propagandalar, ülkemizde uzun soluklu evlilikleri imkansız kılmakta, boşanmaları hızlandırmaktadır.
Buna ilave olarak, ailelerin çocuk eğitiminde iyi olsun diye verdiği yanlış kararlar var. Aileler çocukları çok fazla “el bebek, gül bebek" yetiştirmektedir. Anne babalar çocuklarına gerektiği kadar özgüven duygusu veremiyorlar. Çocukların yapabileceği şeyleri bile kendileri yapıyorlar çocukları yorulmasın diye. Bu durum genç neslin sağlıklı gelişmesine engel oluyor. Dolayısıyla gençlerin doğum yaşı ile olgunluk yaşı paralel gitmiyor. Yeni nesil geç olgunlaşıyor. Bu da evlendikleri zaman ortaya çıkıyor. Evliliğin yükünü taşımakta zorlananlar, çareyi kaçmakta buluyor.
Son yıllarda ailelerin neredeyse tamamında, bayanların “ekonomik özgürlüğünü" eline alması şiddetle destekleniyor. Bu durum bir yandan kadını “erkeğin oyuncağı” olmaktan kurtarsa da, kantarın topuzunu kaçıran bazı kadınları da -ne yazık ki- şımartmaktadır. Şımaran kadın ekonomik özgürlüğün verdiği cesaretle her zaman “pozitif ayrımcılığa" talip oluyor. Bu da ne yazık ki eşlerin arasına mesafe koyuyor, muhabbeti yok ediyor.
Boşanmaları artıran bir diğer faktör de aileler.
Ailelerin yaptığı en büyük hata, çocuklarının eş seçiminde çok fazla belirleyici olma istekleri.
Aileler; çocuklarına eş seçmekten öte, kendilerine gelin veya damat seçmek istiyorlar. Elbette anne babaların tecrübelerinden yararlanmak gerekir. Ama bu onlara çocuklarına eş dayatma hakkını vermez.
Peki, gençlerin sosyal medyadan tanıştığı ve hakkında ciddi hiç bir bilgiye sahip olmadığı birisi ile evlenmek isterse o zaman ne olacak?
Bu durumda söylenecek bir şey var: “İki ucu b*klu değnek!” Sadece dua edeceğiz. Allah iyilerle karşılaştırsın.
Evlilikleri içinden çıkılmaz hale getiren sebeplerden birisi de, beklentiyi yüksek tutmaktır.
İnsanlar -genellikle- ekonomik durumlarına göre değil de, çevresel faktörlerin dayatmalarına göre hareket ettikleri için, özenti ile hareket ediyorlar. İmkanlarının çok üzerinde yaptıkları harcamalardan dolayı ödeme güçlüğü yaşıyorlar. Bir zaman sonra hayal kırıklıkları kavgalara, kavgalar da boşanmaya kadar gidiyor.
Nikâh kıyılırken “iyi günde de kötü günde de hayatı paylaşmaya" diye söz verenler, zoru görünce kaçmayı tercih ediyorsa, zaten mutluluğu hak etmemiştir.
Evlilik fedakârlık ister. Evlilik sadakat ister. Evlilik sabır ister. Evlilik, gerektiğinde bir yumurtayı paylaşmaktır. Gerektiğinde ayranı ekmeğe katık yapmaktır. Evlilik, evde soğan ekmek yesen de, dışarı çıkarken (et yemiş gibi) kürdanla diş kurcalamayı bilmektir. Evlilik, ne yaşanırsa yaşansın, gerektiğinde “kol kırılır yen içinde kalır” diyebilmektir.
Eğer ki siz “ben bunları yapamam” diyorsanız “iyi günde de, kötü günde de” diye söz vererek evlenmeyin.
Boşanmaların her geçen sene artarak devam etmesi hayra alamet değil. Parçalanmış ailelerde en büyük acıyı, sıkıntıyı ne yazık ki çocuklar yaşıyor. Ya annesiz, ya da babasız hayata atılanlar, bu eksikliği ölene kadar yüreklerinde hissediyorlar. Çocuklara bu çeşit acıları yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur.
Mutluluğunuzun daim olmasını diliyorum.