Paris’te Alliance Française Lisan Okulu’nda okurken, bir taraftan da hizmet aşkıyla bazı cami ve derneklerde irşâdda bulunuyordum. Bunların yanısıra bir defasında bir kilisenin yanındaki konferans salonunda Türk işçilere konuşma yapmıştım. Onlara konuşmamda kontrolsüz ve kendi başlarına olmadıklarını hatırlatarak şöyle hitap etmiştim: “Siz yabancı bir ülkede yaşarken, sizi kimsenin tanımadığını, görmediğini ve istediğiniz şekilde günah işleyebileceğinizi zannetmeyin. Sizi her an ve her yerde bir gören var. O da, Allahü teâlâ’dır. O halde kendinize dikkat edin. Fransa’yı omuzunuza yükleyip getirmeniz önemli değil, burada imânınızı ve ahlâkınızı korumanız önemlidir.” Bu vesileyle bana tahsil ve hizmet imkanı sağlayan Vehbi Koç’u ve beni Fransızca imtihan eden Nejat Eczacıbaşı’nı rahmetle anıyorum. Nezaket, Müslümanın zînetidir. Kendisine iyilik yapana teşekkür etmek, Müslümanlığın şiârıdır.
İnsanlar birinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edepli olur. Buna inanmayan küfre girer. İnanıp, muhalefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: “Ey insan! Seni her an gördüğümü bilmiyor musun?” Bir Habeş, Resûlullah (sallalllahu aleyhi ve sellem) efendimizin huzuruna gelip, “Ço günah işledim. Tevbem kabul olur mu?” dediğinde, “Evet, olur” buyurdu. O günahları işlerken, O, görüyor muydu?” dedi; “Evet” buyurunca, Habeş, bir âh! Çekti ve yıkılıp can verdi. İman ve haya böyle olur. Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor.” Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi?
Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, “Bunu kimsenin görmediği bir yerde kesip getiriniz” dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi. O talebe ise, kesmeden getirdi. “Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin?” buyurduğunda, “Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, her yeri görüyor” dedi. Diğerleri, bunu müşâhede makamında olduğunu anladılar.
Diğer taraftan Mısır mâliye nâzırının zevcesi olan Zeliha, Yûsuf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp, büyük olduğunu sandığı bir heykelin yüzünü örttü. “Bunu, niçin örttün?” buyurduğunda, “ondan utandığım için” dedi. “Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve yedi kat gökleri yaratan Rabbimin görmesinden utanmaz mıyım?” buyurdu.
Biri, Cüneyd-i Bağdâdî (h.298/m.910)’ye (kuddise sirruh) sorup, “Sokakta kadınlara, kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne yapayım?” diye sorduğunda, “Allahü teâlânın, seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün!” buyurdu. Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Allahü teâlâ, Adn ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işleyecekleri zaman, Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar.”