Uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yaptım. Musalla mezarlığını defin işlemi olmadan enine boyuna ziyaret ettim. Sebebi ziyaretim hem yeşil içinde yürümek, hem de ne var ne yok şöyle bir bakmaktı. Bir inanışa göre kolay değil ölüler arasında dolaşmak ama ziyaretçilerine bir sıkıntı verdiklerini görmedim.
Peygamberimizin “ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, insanı günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin afetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayatınızdan memnun olmanızı sağlar” dememiş miydi?
Kabir ziyaretlerinin bilinen bir adabı vardır. Rikkatle yapıldığında huzur da veriyor. Çocukluğumuzda ölüden, ölümden ve mezarlıklardan hep korkutulurduk. O zaman da kendi kendime “ölüden neden korkulur ki, onlar konuşamaz, kalkamaz, yürüyemez ve kimseye zarar vermezler” derdim. Öyle de düşünsem, ölü-ölüm-korku üçlemesinin bir çocukta bıraktığı izleri taşıdığım olmadı değil.
Şehitlikten başladığım ziyaretimde, Musalla’da değişik yürüme alanlarında 3 tur attım. Temizliğine, yerleşim düzenine, yolarına, hafta sonu olduğu için özellikle de ziyaretçilerin davranışlarına baktım. Buraya önceden de geldiğim çok oldu. Mezarlıklarda son yıllarda ciddi değişimler var. Kişiliğini de pek sevdiğim Ayhan Tangur müdür olduktan sonra çok şey değişti, mezarlıklarımız gezilebilir, görülebilir hatta spor amaçlı yürünebilir yerler haline geldi. Bu haliyle müdürümüze teşekkür ederim. Bazı eksiklikler de yok değil ama bunlar düzeltilebilir şeyler. Tespit ettiğim bazı yanlışları da şöyle sıralayabilirim.
Asfalt ana yollar dışındaki taş döşeli tali yollara arabayla girilmesini doğru bulmadım. İnsanımız arabasını neredeyse mezar içlerine kadar sokuyor, bu hem duygusal ve hem görüntü kirliliği veriyor.
Ziyaretçiler yakınlarının kabrine, çiçekler dikiyor, suluyor, temizliyor; bunlar güzel ancak yabancı ot temizliği için kimyasallar kullanmasını doğru bulmadım. Kontrolsüz ilaçlama, hem sağlık açısından tehlikeli; hem de fidan, ağaç ve güllere zarar verebilir.
Bu arada yaşlı ve sevimli bir adamın mezarlar dışında boş bir yere gülfidanları diktiğini gördüm. Sebebini sorduğumda “sevap olsun ama güllerimi çalıyorlar, yine dikiyorum” demesi çok hoştu. Resmini çekmek istediğimde, mahcup bir tavırla uzaklaştı. Bu da rikkat ve tevazuu, bu ne asalet.
Mezar taşlarına yazılan öyle içten, öyle duygulu sözler var ki, şuna bir bakar mısınız: “Ahmet Ali’nin sevgili eşi, Aynur, Suat, Güner’in yaşam güneşi”. Bir diğerinin Ayşegül’ü için ciğeri öyle yanmış ki;
Melek gibiydi yüzü, kahverengiydi gözü, şiir gibiydi sözü, elimizden ansızın, uçtu gitti Ayşegül.
Bir başkası genç yaşta kaybettiği Nesrin’ine ağlıyordu.
Küçük yaşta sen hüznü, tanımıştın Nesrin’im,
Güler görmek yüzünü, dileğimdi Nesrin’im.
Hangi birini ele alalım. Eski, yeni yüzlerce mezartaşı yazısı. Her birinin izi, özü, hikâyesi bir başka.
Haliyle duygulanıyor, içinizdekini terennüm ediyorsunuz. Bunun gibi:
Ömür bu, sürelidir, ölümden kaçılmıyor,
Kimi yaşlı, kimi genç, önüne geçilmiyor,
Küçükler büyümüyor, büyükler küçülmüyor,
Teslimiyet gerekir, kader bu seçilmiyor.
Gül dikerken utanıp kaçan gönlü derin, ruhu temiz, sevimli adama selam ediyor, güllerinin çalınmamasını rica ediyorum. Ölüler de herkesi bu mekânlara (er veya geç) bekliyorlar.