Güneşin Kıyamet Vaktinde Batıdan Doğuya Hareketi

Sami Kurt

Kâinatta zerreden, Güneş’e kadar yaratılmış her bir cisim Yüce Yaratıcımızın vazettiği, ortaya koyduğu kanunlara muti bir nefer gibi itaat etmektedir. Bu nedenle kâinat böylesine düzenli ve mükemmel bir harekât içerisindedir. Aslında trilyonlarca fiziksel, kimyasal olayların olduğu bu geniş alemde kaos olması, kaotik bir düzen olması gerekirken tam tersine mükemmel bir düzen ve intizam vardır. Yani kaos içerisinde mükemmellik.

Bunun sebebi kevni kanunlar, yani Yüce yaratıcımızın kâinatın işleyişi ile ilgili kanunlarıdır ki bu kanunlara Güneş dâhil, tüm atomlar, atom altı parçacıklar, cisimler itaat eder ve bu düzen meydana gelir.

Arı ve karınca yuvasındaki nizam ve tasarrufla hatta atom içerisinde atom altı parçacıkların ortaya koyduğu nizam ve intizamla şuur sahiplerine ait hangi düzeni kıyaslayabiliriz. Elbette şuursuz atom dünyası beşer düzeninden daha mükemmeldir.

Güneş’in Kıyamet vaktindeki hareketi ile ilgili bir hadis-i şerif;

Hz. Ebu Zerr (radiyallahu anh) anlatiyor: "Güneş batarken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte mescidde idim. Bana: "Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?" diye sordu. Ben:
"Allah ve Resulu daha iyi bilirler!" dedim “Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: "Geldiğin yere dön!" denir. Böylece battığı yerden doğar.” (Kütübü Sitte, 1665)

Güneş, öncelikle arş içerisinde muti, itaatkâr bir asker gibidir ve hareket halindedir. Secde ifadesiyle Güneşin Yüce Yaratıcının emirlerine itaat etmesine,  tevfiki (uygun) hareket etmesine işaret edilmektedir. Yani, Güneş yokluk âleminden varlık âlemine geçer, Arş’a geçer, emre itaat edip, boyun eğip hareketini ve vazifesini yapar.

Mana âleminde, Güneş’in zerrelerinin bu âleme ve bu vazifeye izin istemeleri, onların varlık âlemine geçmelerine ve Allah’ın izni ile vazife görmelerine bir nevi lisan-ı hal (hal diliyle) yaptıkları dualarıdır ki varlık âlemine geliyorlar, çalışıyorlar ve sonra vazifeleri bitiyor.

“Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip verilmeyeceği zaman”; Güneş’in varlık âleminde var olma duasının kabul edilmeyeceği bir zaman! Bu öyle bir zamandır ki ne insanın ne de hiçbir varlığın var olma duasının artık kabul edilmeyeceği kıyamet anıdır. Kâinatı, Kayyum ismiyle ayakta tutan kudret-i İlahiye onu dağıtıp yok edecek ve varlık âlemi son bulacaktır. İşte böyle bir zamanda Güneş’e; ayette (Yasin, 38) geçtiği üzere “karargâhına”, yani durma yerine git emri verilmektedir. Çünkü vazifesi artık bitmiştir. Her şeyin ve her varlığın yok edilme süreci başlamıştır. Güneş’in vazifesine devam etmesine gerek yoktur.

Bu nedenle de bu zaman, Güneş’in var olma duasının artık kabul edilmeyeceği bir zamandır, Yani Kıyamettir.

Ğark olmak (batmak, boğulmak) ile garabe kökü arasında fark vardır. Garabe, ayrılmak, uzaklaşmak. Bu sözcükten hareketle insan kendi nazarında Güneş’in kendisinden ayrılma, uzaklaşma olayını magrib ile ifade etmiş, batma olarak değerlendirmiştir. Aslında kendi izlenimi ile isimlendirdiği, anlamlandırdığı sözcüğün aslı “uzaklaştığı yer” anlamındadır.

Kıyametin bu müthiş hadisesine 2 zaviyeden bakış vardır.

Birincisi, arşîdir.

Arş; melekût ile mülk âlemini içine alan, 7 sema tabakatını (Uzay zamanları, âlemleri)  içine alan varlık planıdır.

Mülk âlemi, arşın altında bir âlemdir, bir uzay zamandır. (İç içe geçmiş küreler gibi sema katları. içte yer alan alt diye isimlendirilir). Kıyamet, arşın altında olan mülk âleminde gerçekleştiği cihetle bu hadise sadece insan nazarına değil; Sani’i Zülcelal’in yaz mevsimindeki semereleri, kıyamet misal kış mevsiminde yok etmesi, dağıtması zamanını insanlara göstermesi gibi,  bu büyük hadiseyi de görünen (zahir), görünmeyen (batın)  tüm âlemlerdeki şuur sahiplerinin nazarına vermesi ve kudret-i İlahiyenin tecellisini göstermesidir.

Kıyamet vaktinde, kâinat vazifesi bitmesine mukabil “dağıl” emrini aldığında çökmeye başlar. Genişleme sürecinde yol almış tüm Galaksiler ve yıldızlar, geldikleri yolun tersine bu kez kainatın çekirdeğine, merkezine doğru yol almaya başlarlar.

Bu noktada Güneş, uzaklaştığı yerden (yani mağribinden, ki Güneşin sanki battığı izlenimi ile, batı diye tabir etmişiz, aslında uzaklaştığı noktadan) geriye doğru hareketine başlar

Bu hareket yanında Güneş; dağılma sürecinde, ömrünün sonunda olması nedeniyle genişler, kırmızılaşır ve tulu’ eder, yani görünür.

Varlık planının başladığı merkeze (Kainatın çekirdeğine) göre hareketini tersine çevirir ve Tulu eder, görünür bir vaziyet alır.

“... O vakit kendisine: "Geldiğin yere dön!" denir.  Böylece battığı yerden doğar.”

İkincisi arzîdir (dünyadan, insan zaviyesinden bakış).

Kıyametin başladığı, dengenin bozulduğu, böylesine kaotik bir anda yıldızlar dökülecek, Güneş’in hacmi artmaya genişlemeye ve Dünya’ya yakınlaşmaya başlayacak, Atmosferimiz Güneş’ten artık daha yoğun gelen parçacıklar nedeniyle ışımaya başlayacak (gök kızaracak)…

“Gök yarılıp, yağ gibi eriyen, kızaran ve yanan bir gül (gibi) olduğu zaman” (RAHMÂN - 37).

“Ve Güneş ve Ay birleştirildiği (zaman).” (KIYÂME – 9)

 

İşte böyle dehşetli bir zamanda, Allahüalem, yolundan çıkmış bir kuyruklu yıldızın veya gezegenin Dünyaya çarpması ile Dünya, saat yönünün tersine olan dönüş yönünü değiştirip, Venüs gezegeni gibi saat yönünde dönmeye başlar ve Güneş, insanların nazarında doğudan batıya olan seyahatini, batıdan doğuya doğru yapmaya başlar görünür. İnsanlar, Güneş’in batıdan doğduğu olayı, resmi görüp artık vaktin, saatin geldiğini anlarlar.

Buradaki idrak ve algı, olaya insan idrakinin, insan algısının içinden bakıp onunla -insana görünen resimle- o hadiseyi değerlendirmektir. Bir nevi insanın ruhundan, nazarından, bakışından o hadiseyi birlikte görüp değerlendirmektir. Bu edebiyatta bir sanattır. İfadede, empatidir.

Bir nevi “Bak senin nazarında Güneş gittiği yerden tekrar doğdu, işte bu Rabbi’nin vaadidir, bu sana görünen olay da bunun vaktidir.” Der gibi artık her şeyin vazifesinin bittiğini haber vermektedir. Maksat, olayın insanı ilgilendiren kısmını haber vermektir. Yoksa bir olayın tüm bilimsel detaylarını insana vererek insanı eğitmek, aydınlatmak tahsil ettirmek değildir. Zaten bunun vakti de değildir. Bu kısım aydınlanma ise Sani-i Zülcelal’in dünyada her eserinde gizli esmayı tahkik, araştırma ile elde ettikleri marifet ve bilimsel çalışma iledir.

Dediler ki: «Seni tesbih ederiz, Senin bize bildirdiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphe yok ki alîm, hakîm olan Sen'sin.» (BAKARA,32).

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.