Birçoğunuz beni Konyaspor ve spor yazılarımla tanıyorsunuz, fakat bugün spor yazmayacağım. Geçtiğimiz cuma günü vefat ederek aramızdan ayrılan, 70 yıl yazarlık yapmış bir eğitimcinin torunu olarak belki de ona karşı, dua okuyup hayırla yâd etmek dışında yapabileceğim son şeyi yapmak istiyorum; size ondan bahsetmeye gayret edeceğim. Veyis Ersöz’den…
Sizin okuyup da duygulanacağınız yerler belki olacaktır. Zira benim yazarken gözlerimden yaşların süzüldüğü anlar oldu…
Akviranlı Ömer ve Müslüme çiftinin, Rüveyda isimli ilk çocuklarının ardından ilk erkek çocuk olarak dünyaya gelmiştir. İsmini amcası Topal Veyis’ten alır. Kaderin cilvesi midir bilinmez yaşı da benzer, vefatından evvel ayağının kesilmesi de. Topal Veyis ise Sultan Abdülhamid’in Anadolu’dan bulup çıkardığı, medrese eğitimi almış önemli bir kişiliktir. Ayağına kurşun gelmesinden sonra, ayağı kesilmiş ve o günden sonra bu adla çağırılmıştır. Nüfus memurlarının isim ve soy isimlerinde yaptıkları kıyımlar o yıllarda başlamış olacak ki, dedemin Veyis olan ismini nüfus memuru Veysel olarak kayda geçmiştir. Daha sonra dünyaya Mustafa, Zübeyde ve Seyit Mehmet gelecektir.
Veyis Ersöz 1935 yılında başlayan okuma seferberliğinin öncülerindendir. Başöğretmen Mustafa Çetin okuma konusunda öyle bir yarış başlatır ki, bu küçük köy Türkiye’nin en çok okuma yüzdesinde ilk sıraya gelip tüm dikkatleri çeker.
Öyle zor şartlarda okumuşlar ki… Sınıflar odun sobalı, kömür yok ve o zamanlar herkes okula giderken birer odun götürür. Evinde odun olmayan ya bir yerden çalıp çırpıp getirecek ya da okula giremeyecekti. Okulla ilgili en kötü anısı bu değildi elbet, öncü oldu demiştik ya, birinci sınıfın sonunda karne günü gelir çatar herkes karnesi alır, sıra dedeme geldiğinde ona karne vermezler. “Senin yaşın küçük seneye tekrar gel” derler. O gün çocuk kalbiyle çok ağlamıştır, ancak eğitime de küsmemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarıdır, Kur’an-ı Kerim ile ilgili birçok şey yasaktır, ahırlarda sure bilenlerin sadece güvendiği kişilere öğretmesi suretiyle kısa sureleri ezberleme şansları olmuştur. Yakalanma ve şikayette ise işler çok daha kötü bir hal almaktadır.
13 yaşına geldiğinde artık doğup büyüdüğü yerden kopmanın vakti de gelmiştir. Yeni adres Köy Enstitüsü’dür; fakat bu kadar olmayacaktır. Önce bir zarf gelir Başöğretmen Mustafa Çetin’e zarfların üzerinde mezun olan 12 kişinin adı yazar, zarfı açtıklarında şu yazıyı görürler, ‘Sanatı olmayan milletler geri kalmış milletlerdir’ bunu açıklayın. Ersöz ve arkadaşları kalemlere davranıp kompozisyonu yazarlar, Eskişehir bileti çıkmıştır. Buradan mezun olabilenler ise öğretmen olacaktır. İlk kez trene binerler, Ersöz at arabası ile geldikleri yolu 11 saatte geldiklerini düşünüp gülümser, yine de hanlarda mola vermenin keyfini de düşünmeden edemez. 150 erkek ve 1 kız olan sınıftan mezun olduktan sonra ilk tayini Çumra Küçükköy’e çıkar. Okulun lojmanı olduğundan öğretmenleri Ersöz’ü özellikle oraya gönderdiklerini söylerler. 1945 yılında son sınıf öğrencisiyken “Toprak” isimli şiir yazar bu şiir üç ayrı kitapta yer alır ve o zamanlar meşhur olan İstanbul mecmuasında, bu şiirden Ersöz’e 500 kuruş telif ücreti gönderilir; fakat pul parasını da dedemden keserler ve eline 480 kuruş geçer. Böylece yazarlığın kapıları yavaş yavaş açılmaya başlar…
Yaşı 19 olduğunda ilk öğretmenlik deneyimini yaşar, sınıfta kendi yaşıtında çocuklar bile vardır. Köyde öğretmen ve imam çok değer verilip seviliyordu. Hemen 2 çuval soğan, 1 araba kavun, kesilen etlikte ‘but öğretmenin hakkı’ diyorlardı. 1945’ten 1954’e kadar burada kalır. Yıl 1947 olduğunda artık evlenme vakti gelmiştir. Emine Dudu Hanım ile evlenir. Bu evlilikten Aynur, Ayfer, Salih Sedat, Hatice ve Ömer isimli çocukları dünyaya gelecektir. 18 ay yedek subay olarak Çanakkale Gelibolu’da askerlik yapan dedem, Karaman’a tayini çıkmasıyla öğretmenliğe dönüş yapar. Daha sonra çocuklarının eğitimini düşünerek, Konya’ya tayin ister ve Lalebahçe yolu üzerinde bulunan, bugün halen eğitime devam eden Alparslan İlkokulu’nda göreve başlar. Artık Konya’dan ayrılmayı düşünmez. Akviranlı arkadaşlarıyla bir dernek kurarlar ve bugün vefatına kadar oturduğu evi yaptırırlar. O ara dedem ve 4 arkadaşı Nalçacı Caddesinin bulunduğu parselden arsa almaya karar verirler, parasını da verirler; fakat kurdukları dernekte ‘Nalçacı çok uzak, kim gidip gelecek’ denir ve iptal kararı çıkar. Hatta dönemin belediye başkanı çok pişman olacaklarını söyleyerek paralarını iade eder.
1976 yılında 31 yıl çalıştığı meslekten kendi isteği ile emekli olacaktır. Artık gazeteciliğe, yazarlığa daha çok eğilmeye başlayacaktır. 1982 yılında Ribat dergisinin yazı işleri müdürü olur, Ribat dergisinde şahadet parmağını kaldırmış bir el olan kapaktan dolayı, dönemin anlayışına göre biraz da eziyet için Malatya’da yargılanır. Bu durum dedemi çok üzer; çünkü azılı suçlular bile Konya’da yargılanırken dedem Malatya’ya gider her seferinde. Sıkı yönetim vardır eller kollar bağlı bir şey yapamaz durumdasınız. Sonunda 40 ay hapis cezası alır, bunun 23 gününü cezaevinde yatar, sonra ceza yaklaşık 120 bin lira para cezasına çevrilerek hapisten çıkar. Bu saatten sonra her çıkan sayı titizlikle incelenir.
Türkiye’de Yarın gazetesinde çalışırken ‘Kadınlar Üniversitesi’ diye bir yazı makale yazar. O makaleden dolayı 163. maddenin 3. ve 4. bentlerinden 15 yıl hapis cezasıyla yargılanır. Dedemin gazeteciliğinin yanı sıra bir de hayır kurumlarına el atmışlığı vardır. Gönlü güzel insandır sonuçta.
Milli Gençlik Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Fatih Vakfı ve Ravza Eğitim Vakfı gibi vakıflarda bazen kurucu, bazen yönetici bazen de yönetim kurulu başkanı olur. Yüzlerce öğrencinin eğitiminde, maddi sıkıntılarında, giyiminde bir şekilde dokunuşu olmuştur. 1969’da kahve konuşması sırasında Rahmetli Erbakan ile tanışır. Erbakan Hoca’nın bağımsız aday olacağı yıl bisiklet ile hocanın gittiği tüm konuşmalara gider. Emekli olduktan sonra siyasette yine Rahmetli Tahir Büyükkörükçü ile boy gösterir, hatta Kayseri’ye mitinge giderken kaza bile yaparlar, neyse ki bir şey olmaz. Daha sonraki yıllarda meclis üyeliği ve il daimi encümen üyeliğine seçilerek hizmetlere devam eder.
Sonuç olarak Veyis Ersöz; hayatını bilime, ilime, İslam’a adayan koca çınar, büyük babamız, dedemiz geçtiğimiz cuma gününde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Allah ona öyle güzel bir ömür nasip etmiş ki büyük bir çınarın gölgesinde, onun ahlakından bir parça da olsa almaya gayret etmişizdir. Allah’ın ona bahşettiği 90 yıldan fazla ömrün bir saniyesini bile boşa geçirmemiştir. 70 yıllık yazarlık yapmıştır ve bunun her dakikasını yaşayarak yapmıştır. Emekli öğretmendi, 31 sene boyunca yüzlerce, binlerce insan okutmuş, okuttuğu insanlardan bakanlar vekiller bürokratlar memurlar öğretmenler idareciler ve daha neler neler çıkmıştı. Dedemiz, büyükbabamız her zaman derdi ki “dünya hayatı bir gün bitecek, mühim olan dünyada bir eser bırakabilmek, kişinin hayırla yâd edilebilmesidir.” Yazdığı o güzel kitapların yanı sıra bugün yapmaya çalıştığım gazetecilikte bana ilk rol model o olmuştur. Daha küçücük bir çocukken bile her gittiğimde daktilosu ile oynamam belki bundandı. Büyük babamız her zaman ölümden sonrasını da düşünmüş ve “ya öldü de ne iyi oldu, demek yerine Allah rahmet eylesin çok iyi insandı” denmesi için gayret göstermiş İslam’ı, Kur’an-ı, namazı ve Peygamberimizi kendine örnek almıştır.
Veyis Ersöz kim midir?
Ben henüz onu kelimelere dökebilecek kadar gazeteci olmadım ama şu kadarını belirteyim; 25 binden fazla makale, ulusal ve yerel onlarca gazete, dergi ve mecmua sayfalarca yazı, üst düzey yöneticilikler Ribat’ı, Milli Gençlik Vakfı’nı, İlim Yayma Cemiyeti’ni ve daha nicelerini kısaca insanlık için adanmış bir ömür. Bana dedeni bir cümle anlat deseniz elbette anlatamam ama yukarıda saydığım şeylerin yanında benim hayranı olduğum kısmı disiplin abidesiydi… Bunların yanında Kuran-ı okul hademesinden öğrenecek kadar alçak gönüllü.
Hepimizin yüzünde bir tebessüm oluşturacak ortak hatıramız ise özellikle bayramın birinci günü büyük babamızın evinde bayram yemeği için toplandığımızda bakalım kim geç gelecek muhabbeti… Kuzenler bir araya toplanıp büyük babamızın geç gelene attığı fırçayı hayranlık ve tebessüm ile izlerdik. Dakikalar ve saniyelerin önemi vardı. Bir de teneke muhabbetimiz vardı. Teneke merkezi sistemdeki hocanın vaiziydi. O yıllarda yeni başlamıştı her bayram muhakkak konusu olurdu.
Ne demişti üstadımız dedemiz; “Yazarlık hayatı ayrı bir alışkanlıktır ama yazan insan okuyan insan demektir. ‘Okumadan yazılmaz, okuyacaksın dolacaksın, yazacaksın boşalacaksın’ bu bir kaidedir. Okumayınca yazmak çok yüzeysel oluyor. Benim yazdığım ilk yıllarda, yazarlar pek fazla yoktu. Olanlar da düzenin nizamın paralelinde yazılar yayınlıyorlardı.”
Dimdik durdun, mübarek günde aramızdan ayrıldın ama sen bizler yaşadığı sürece her zaman kalbimizde, anılarımızın bir köşesinde olacaksın. Amel defterin hiç kapanmayacak; çünkü sen arkanda hayırlı 5 evlat ve faydalanılacak eserler bıraktın. Şüphesiz ki biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz. Muhakkak ki her nefis ölümü tadacaktır. Güzel insandı ne güzel insan...
Biz dedemizi uğurladık, Konya Veyis Ersöz'ünü kaybetti. Allah, ona torunun torununu gördüğü bir ömrü bahşetti. Eğitimci, gazeteci yazar, vakıf ve hayır kurumlarının kurucu yöneticisi, yerel siyasetin unutulmaz ismiydi. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun. Merhumun ruhu için el Fatiha…