Bu hafta sonu değişik sosyal alanlarda bulundum. Bazı pazar yerlerinde insanlarımızla konuşup gözlemledim. Maşaallah, pazarlarımızda her mevsim her şey bulunuyor. İnsanlar da az veya çok ihtiyaç duydukları şeyleri alabiliyorlar. Güney Amerika ülkelerinin avokadosundan, Afrika ülkelerinin ananasına kadar, Antalya'nın yer fıstığından, Adana'nın karpuzuna kadar, taze fasulyesiyle, biber, kabak, patlıcan, çileğiyle rengarenk nimetlerle dolu pazarlar.
Bir yaşlı pazarcı amcaya selam verip hayırlı işler diliyorum. Gülümsüyor, buyur ediyor. Gülünce, güneş altında beklerken kırmızıdan karaya dönmekte olan yüzünün kıvrımları açılıyor ve altından teninin buğdayımsı rengi görünüyor. Kamyonun yan kapağını açarak tezgah yapmış karpuzcu ağabeyimin gösterişli bıyıkları dikkat çekiyor. Selamdan sonra ayak üstü sohbete koyuluyoruz, "işler nasıl" diyorum. Belli ki, çocukken büyüklerinden ders almış, "aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz" demiş kendisine birileri. Ve " Abi Şükür " diyor. Karpuz, kabak aşısı mı diyorum, "abi kabak olmayanı bulamazsın ki, her şeyimizi bozdular malum" diyor.
Allahım, bizim milletimizde bozgunculuk ruhu yoktu, nereden, kim bulaşırdı bize bu ifsatçılık hastalığını. İfsad; bir şeyin aslını olumsuz yönde bozmak, genleriyle oynamak, bozgunculuk yapmak demek. Islah da bir şeyi daha iyi hale getirmek demek. Biz, "bizi aldatan bizden değildir" diyen bir peygamber (s.a.v)e ümmet olmuş, raftaki malın kusurunu gösterdikten sonra ancak satan bir milletin nesli değil miydik?
Yan taraftaki tezgahtan Arapça sesler geliyor; "Lillêh... Lillêh...nehnu süriyün" (yani Allah rızası için... Allah rızası için verin, biz Suriyeliyiz) onlar da kim? Baktım ki Suriyeli çocuklar. Hemen anlamışlar bizim milletimizin "Allah Rızası İçin" deyince dayanamayıp elindeki ekmeğini bile verdiğini. Tezgahtaki erikten, çilekten birer ikişer atıştırma çabasındalar. Satıcı da işaretle yiyin der gibi müsaade ediyor. Böylece pazarın bir başından diğer ucuna kadar karınları doymuş oluyor zaten. Hayret ediyorum, Konya'nın hacı emmisinin tabiriyle "Lan oğlum nirden geldiniz de buldunuz taaa bu Alagovalarda kenar mahallenin bazar yirlerini" diyesim geliyor.
Tabii, genellikle ülkemize sığınan Suriyeli kardeşlerimiz hayâ sahibi insanlar, dilencilik yapmazlar. Ancak Halep'in Rîfi olan (kırsal mücavir alanı) Zeytan'ın bir kısmı maalesef isteyicilikle ün yapmış bir bölge. Buradan gelen insanların sırf bu amaçla geldiklerini, milletimizin merhamet duygularını istismar ederek isteyicilik yaptıklarını biliyoruz. Bunları iyi ayırt etmek, bu rahatsızlık verici görüntülerine katkıda bulunmamak daha doğru olur sanırım.
Suriyeli kardeşimiz çeşitli sorunlarının çözümü için telefonla sıklıkla arıyorlar. Yine onlardan bir aile aradı; "kiralamak için bir ev bulduk ama ev sahibi bizi tanımadığı için evini kiraya vermek istemiyor, bir gelebilir misin, bize yardımcı olabilir misin" dediler. Yanlarına vardım, akşamın alaca karanlığında kiralık evin alt katındaki emlakçı dükkanında hem konuştuk hem de ev sahibinin gelmesini bekledik.
Ve ev sahibi geldi, oda kim? Ev sahibi geçmişten tanıdığımız, çocukluğunu bildiğimiz birisi değil mi. Maşaallah büyümüş, anlattı ki iş adamı olmuş. Meseleyi kolay çözeriz artık diye latifelerle konuşmaya başladık. Şu kadar peşin, şu kadar depozito, şu kadar kira... diye kalabalık rakamlar ortalığa dökülünce, ben de söze girdim ve bu insanların mağdur olduğunu, bizim kültür ve değerlerimizdeki "ensâr ve muhacirlik" anlayışı gereği bu insanlara kolaylık gösterip yardımcı olmamız gerektiğini söyledim. "Mesela dedim, Allah korusun bizim milletimizin başına böyle bir iş gelse ve bizim insanlarımız da böyle bir komşu ülkeye sığınsa onlardan yardım ve kolaylık beklemezler mi" dedim.
Ev sahibi söze girdi; biz böyle olmayız dedi ve devam etti... bizim milletimiz geçmişte hiç bu duruma düşmemiş ki, en zor şartlarda bile vatanını terk etmemiş, ya ölmüş, ya da öldürmüş ama yurdunu bırakıp ta bir başka ülkeye sığınmamış demez mi. Durakladım, düşündüm, tarihimizi bir süzgeçten geçirdim; bu söz doğru mu, evet doğru.
Dedim ki, ama her millet bizim gibi olamaz, zalime karşı dik duramaz, biz yine büyük bir millet olduğumuzu gösterelim de bu çaresiz mazlum insanlara yardım elimizi uzatalım olmaz mı? Bilmeliyiz ki biz, bizden bir şey isteyenlerin hatırına değil, bize bu sahip olduğumuz nimetleri veren ve bize de "verin" diyen Allahın rızası için veriyoruz. Yine bilmeliyiz ki, "yiğitlik vurmayla, ağalık vermeyle" demiş atalarımız amma, maalesef her güçlüye Yiğit denmiyor, her zenginden de Ağa olmuyor!