Bir arkadaşımızın, bir dostumuzun davetinde memnuniyetimizi ifade etmek için dua ederiz.
“Allah Halil İbrahim bereketi versin" deriz.
Eş dost arasında ikramın özel bir yeri vardır. Mesela muhabbeti artırır. İlişkiyi sağlamlaştırır.
Allah yenilen içilen yere çok verirmiş.
Bir de inancımızda göre misafir 10 rızıkla gelir, birini yer dokuzunu ev sahibine bırakırmış.
Allah eli açık insanları sever. Müsrifliği ve cimriliği sevmez.
Peki, bu dilimizden düşürmediğimiz “Halil İbrahim bereketi” nedir?
Rivayet odur ki; köyün birinde Halil ve İbrahim isimli iki kardeş yaşarmış.
Kardeşler, babalarından kalan tarlayı eker, diker oranın geliri ile geçinirlermiş.
O yıl da ürünün hasadını yapmışlar, aralarında pay ettikten sonra depoya kaldırmışlar.
Küçük kardeş depoya gittiğinde “Ben henüz bekarım. Ağabeyim evli. Çoluk Çocuğu var. O benden daha ihtiyaçlı” der kendi hakkından bir kısmını ağabeyine aktarırmış.
Ağabey de dermiş ki depoda; “Ben evlendim düzenimi kurdum. Kardeşim daha bekar. Evlenip barklanmak için o benden daha ihtiyaçlı.”
Ağabey de kendi hakkından kardeşine aktarırmış.
Allah bu iki kardeşin samimiyetinden öyle hoşnut olmuş ki, malları bereketlenmiş. Satmakla bitmiyormuş.
Halil İbrahim bereketi, kuru boş bir temenninin ötesinde samimiyettir. İhlâstır. Özde sadece Allah'ın rızasıdır.
Günümüzde bu samimiyete, ihlaslı yaklaşıma her zamankinden fazla ihtiyacımız var.
Çıkın sokağa herkese sorun. Ahirete inanmayan çıkmayacaktır.
Belki bir kaç aykırı ateistin dışında herkesin ahiret inancı vardır.
Madem ki bizler ahirete inanıyoruz.
Yaptığımız her şeyden hesaba çekileceğimizi de biliyoruz. Bunca insanlık dışı olayları nasıl yapıyoruz?
Halil İbrahim bereketinden bahsediyorduk.
“İman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız.” Hadis.