Bir zamanlar, bir yoksul gelmiş, bir Bey’in kapısına…Bey halden anlayan biri olarak bilinir ve tanınırmış. Adamı içeri aldırmış.
Bey’in yanında, has adamları, ona yardım edenler de varmış…
Yoksul, Beyin huzuruna vardığında, Bey anlayışlı bir ifadeyle;
Söyle evladım demiş nedir senin derdin, söyleyesin?
Yoksul eğmiş başını…
Halim sana malumdur Beyim demiş.
Beyin yanındakiler, derdini söylemeyen derman bulamaz demişler, ne bilsin Bey senin halini, anlat ne derdin var Beyimize…
Bey, anlat demiş, gizleme, saklama, bu adamlar da sana yardımcı olmayı istiyorlar…
Yoksul yine, halim sana malumdur, bizi sen bilirsin, halimiz nicedir, senden daha iyi kimse bilmez beyim diyormuş.
Beyin yanındakiler ise, buraya naz yapmaya mı geldin, ne diyeceksen desene be adam diye söylenmeye başlamışlar.
İçlerinden bazısı, bırak Beyim şu nankörü demiş, ağzında ne gevelediğini yeminle kendi dahi bilmiyor, huzuruna kabul ettiğine değmez!
Bey, yoksula dönmüş, aç evladım avuçlarını demiş…
Yoksul nasır tutmuş elini ve avuçlarını açmış.
Bey, yanındakilere, işte demiş evladımın hali…
Son raddeye gelmeden bu kapıya ölse gelmez! Siz kapısına varsanız şikayet etmez, söylemez! İster ki halini Bey anlasın. O söylemeden bilsin.
Bey, yoksulun, dertlinin, ihtiyaç sahibinin, öksüz ve yetimin halini yüzünden, gözünden duruşundan konuşmasından, sesinin tonundan anlayandır. Değilse sabahtan akşama kadar ben Beyim desin dursun. Beyin beyliği, bey olması, halden anlamaktır. Halden anlamayan Beyin yarın Hakkın divanına varacak yüzü olmaz!
Hemen çağırmış Kahyasını, Kahya demiş, derhal bir araba hazırlatıyorsun, un, yağ, şeker ne varsa bir araba doldur, şu akçe kesesini de, ona göstermeden heybesine koy ki, mahcup olmasın…
*****
Halimizi kendi hali kabul edecek, beylere, büyüklere ihtiyacımız olduğu günlerdeyiz. Hiç bu kadar kendi halimize, bir başımıza kaldığımız, bırakıldığımız bir zaman dilimi yaşamamıştık! Halimizi bir soran, bir gören, bir duyan mutlaka olmuştu.
Tok olanların, aç olanların halinden anlamadığı böyle bir zaman dilimi daha başka nasıl anlatılabilir?
Anlamaktan öte, aldırılmıyor da!
Halden anlamak apayrı bir özellik! Allah vergisi olduğu kesin! Çünkü halden anlayanın yüreği sızlar, uyku tutmaz, koşar yanınıza gelir, hal çaresi arar, çare olur, hiçbir şey elinden gelmese dinler, teselli eder, yol arar, yol bulur!
Halden anlamak için, halkın arasına inmek dolaşmak lazım!
Bir başka halden anlamak için sebze ve meyve hal’ine gitmek lazım!!
Çiftçinin, köylünün, üretecinin halini yerinde, tarlasında, bahçesinde, serası da görmek lazım!
Esnafın nerelerde tıkandığına bakmak lazım.
Emeklinin derdini şikayetini dinlemek lazım.
İşsize iş, aşsıza aş bulmak lazım!
Dertliye derman olmak, yarasına merhem olmak lazım.
Değilse başka nasıl anlayacaksınız halinden…Hal denilen şey başka nasıl anlaşılabilir ki?
*****
Herkes kendi başının çaresine baksın, halini ahvalini de aşikar etmesin, ortaya dökmesin denebilir mi? Halden anlamak diye bir özellik olmazsa, nasıl dindirilirdi yoksulun, çaresizin, kimsesizin gözyaşları?
Şair Süleyman Nazif’in güftesini yazdığı, Bestekar Şerif İçli’nin Hicaz makamında bestelediği, “Derdimi ummana döktüm” adlı şarkının sözleri halini anlatamayan bizlerin hislerine tercüman oluyor adeta…
“Derdimi ummana döktüm âsumâna inledim / Yâre de âğyâre de hal-i derûnum söyledim /Âşina yok derdime ben söyledim ben dinledim /Gözlerim yollarda kaldı gelmedin çok bekledim”
Uzunca bir süre, eğdik başımızı, büktük boynumuzu, görürler dedik, gören olmadı. Çok bekledik, gelen olmadı!
Halimiz ortada dedik, meydanda dedik, duyururlar, iletirler, ulaştırırlar diye bekledik, ulaştıranda olmadı, iletende.
Bu halimizden oldukça memnun olduğumuz dahi söylendi.
Ne yandığımızı ne kavrulduğumuzu, ne de savrulduğumuzu iletmediler, iletilecek yerlere…
Halimiz hal değil dedik, virüs dedik, enflasyon dedik, zam dedik, altından kalkamayacağımız faturalar var dedik, biz söyledik, biz dinledik!
*****
Hal dedik, halsiz kaldık! Zaten halimiz bilinse, görülse, merak edilse, senin halin benim halim dense böyle mi olurdu?
Bizleri en çok inciten, en çok yaralayan nedir bilir misiniz?
Ne var sizin halinizde?
Ne olmuş halinize?
Bu halde olan tek bir siz misiniz?
Dünyada birçok ülke ve insan hep aynı hal üzere, benzeri kelamlar!
Halimiz kendilerine malum olanlar, belli ki, her dağın dumanının ayrı olduğunu göremiyorlar, halinizi birde biz dinleyelim diyemiyorlar!
Dinleyen eh işte ve de öylesine babından dinliyormuş gözüküyor.
Dert yine aynı dert!
Çözüm bekleyen mesele yine ortada…
Yine çözümsüz…
Ağızlara çalınan bir parmak bal, kimsenin umurunda değil vebal!
Biraz “-ecek”, biraz “-acak” selam olsun kucak, kucak!
Ne mi diyorlar?
Şu kadar gün sonra, şu kadar ay sonra haliniz iyi olacak!
Gönlümüzden geçen bu değildi demenin değişik versiyonları bize bakış hallerini de gözler önüne seriyor!
*****
Halimiz ondan hal değil bizim!
Hal diye var olan, başlayan ne kadar kelime ne kadar kavram, ne kadar anlam varsa, halleri perişan, halsizlikleri bizler gibi her hallerinden belli!
Hani halini arz et diyorlar ya…
Yol bildi halimizi de, kul bilmedi neyleyelim!
Bizde açtık elimizi, halimiz ahvalimiz budur, halimiz sana malumdur diyerek, arz eyledik yüce Mevla’ya…