Temel direklerimizden Hazreti Mevlâna'nın 749. Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenleri'nde 7-17 Aralık'ta düzenlenecek sema ayin-i şerifi, sergi, konser, tiyatro ve sohbet gibi etkinliklerle 11 gün boyunca dünyanın dört bir yanından ziyaretçiler misafir edilecek.
Hazreti Pîr’in fikirlerini hatırlamak, başta Mesnevi’sini, yazdıklarını yeniden okumak ve fikirlerini hayatımıza taşımaya gayret etmek hepimiz için yerinde ve doğru bir karar olur. Tekrarlanagelen ve hep aynı klişelerle zikredilen durum ve haller zamanla kıymet-i harbiyesinden belli şeyler kaybetmiş gibi görünebilir ama ben birçok şeyi okuduğumuzu, bildiğimizi, fikir sahibi görünmekten vazgeçmediğimizi düşünüyorum ve en azından Mesnevi’nin ara ara okumalarla ve üzerinde düşünerek ruhumuza nakşetmenin içimizi ferahlatacağına inanıyorum. Temel gereklilikleri yerine getirmekten imtina edip, başta Haşim hoca olmak üzere çeşitli kimselerin ileri sürdüğü ipsiz sapsız iddialara mesai harcamak ne beyhude, ne boş, ne yanlış bir iştir.
Hz. Mevlâna kimdi, ne düşündü, yaşadı ve bize neler bıraktı? Sanırım bu konular hakkında konuşmak, bunları gündemimizde tutmak ve her daim hatırla(t)mak en güzeli, en faydalısı…
&&&
Hz. Mevlâna küçük yaşlarda babasından dersler alıyor, küçük yaşlardan itibaren hakikat sırlarını bulmaya yöneliyor. Türkçe, Arapça, Farsça, Halk Rumcası, Eski Yunanca dillerini öğreniyor. ‘Bir dil bir insan’sa Mevlâna kaç insan? O; İslâm dinî ile birlikte diğer dinleri incelemiş, tarihten, tıp ilmine kadar pek çok bilgi eğitimini önce babasından sonra Seyyid Burhaneddin Tirmizi’den ve devrin kıymetli âlimlerinden almış. Bu bilgileri de medreselerde yüzlerce talebeye aktarmaya başlamış.
Burada bir parantez açmama izin verin. Birilerinin Müslüman olmasına vesile olmak büyük bir marifettir. Fakat biz başka dinler hakkında bilgi/malûmat sahibi olmadığımız için, en azından kutsal kitapları şöyle bir okumadığımız için neyi nasıl anlatacağımız, hangi damardan hakikate çağıracağımızı pek bilmeyiz. Gerçi Kur’an-ı Kerim’i ve en azından mealini bir kez usûlünce ve gereğince okuyan kaç kişi var diye de aklıma gelmiyor değil. Geçeyim…
Hazreti Mevlâna hakikat arayışında yalnız değildir. Kendisi gibi Şems-i Tebrizi de ulaştığı manevi makama kanaat etmeyip ruhen anlaşacağı bir Hak dostu, kendi mertebesinde bir sohbet arkadaşı aramaktadır. Nihayet, Hz. Mevlâna ile önce Şam’da, sonra 1244 yılında Konya’da karşılaşırlar. Hak âşığı olan bu iki veli ilahi sohbetlere dalarlar.
Vaktinin çoğunu manevi dostu ile sohbet edip, şiirler okuyup, semâ ederek geçirmeye başlayan Hz. Mevlâna’yı talebeleri kıskanırlar ve Şems-i Tebrizi hakkında saygısızca dedikodu üretmeye, çeşitli iftiralar atmaya başlarlar. Şems bu sözlerden incinir ve Konya’dan Şam’a gider. Hz. Mevlâna bu ayrılığa çok üzülür, bütün dostları ile alâkasını kesip bir köşeye çekilir ve Dîvân-ı Kebîr’de okuduğumuz şiirlerle meşgul olmaya başlar. Bu duruma yol açanlar, sebep olanlar durum karşısında pişmanlıklarını dile getirirler. Hz. Mevlâna’ nın oğlu Sultan Veled başkanlığındaki kafile Şam’a gidip, Şems-i Tebrizi’yi geri getirir. Fakat kıskançlık yeniden başlar ve Şems ansızın ortadan kaybolur…
Hz. Mevlâna, can dostunun ayrılığı ile hayatında yeni bir döneme şahitlik eer. Önce Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb’u onun vefatından sonra da talebelerinden Çelebi Hüsameddin’i kendi adına ders vermeleri için tayin eder.
“Canım sağ oldukça Kur’ân’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım ben. Kim, bundan başka bir söz naklederse benden Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim ben.” Hz. Mevlâna’nın bu sözünden de anlaşılacağı üzere Peygamber Efendimizin gösterdiği yolda Allah’a yönelmiş, onun emirlerine uymuş, İslamî daire içinde insanlığı aydınlatmıştır. Bütün hayatı boyunca İslâmi ahlak değerlerine (edep) uygun bir şekilde yaşamıştır ve bunu tavsiye etmiştir. Dine sonradan giren yobaz düşüncelerden ve sahte şeyhlerden şikâyetçi olmuştur. “Ömrümün özeti şu üç sözdür: Hamdım, piştim, yandım.” Yaşamını bu kelimelerle özetleyen Hz. Mevlâna’nın vefat ettiği geceye, bir başka deyişle ayrılığın sona erdiği geceye “Şeb-i Arûs” (Düğün Gecesi) deriz.
Eserleri hikmetlerle bezelidir. Elbette bunların içinde ilk 18 beytini kendisinin yazdığı, daha sonra onun söyleyip talebesi Çelebi Hüsameddin’in kaleme aldığı Mesnevî ayrı bir yerde durur.
Mesnevî, yaklaşık 26 bin beyit içeren altı ciltlik bir eserdir. İçinde yaratılmış her şeyle ilgili çeşitli konuların ele alındığı, ayetler ve hadislere dayanılarak anlatılan hikâyeler, fıkralar, atasözleri ve bunlardan çıkarılacak dersler vardır. Belediyemizin itinalı bir baskıyla ve çeşitli dillerde yayınladığı Mesnevi’leri Kültür A.Ş. kitapçılarından ve internetten kolayca temin etmek mümkün.
O devrin gündelik dili Türkçe, edebiyat dili Farsça, bilim dili Arapça olduğu için Hz. Mevlâna’nın eserleri Farsçadır. Yani birilerinin dediği gibi Türklükle irtibatının olmadığı, eserlerinde zikretmediği safsatan ibarettir. Eğer böyle olsaydı canından çok sevdiği Şems’e ‘Türküm’ diye hitap eder, ‘Türk’üm’ diye sever miydi?
Yazımı ondan birkaç hikmet hüzmesi ile hitama erdireyim…
Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Her gülmeler, ağlamalarda gizlidir.
Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.
Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yeni şeyler söylemek gerek.
Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek, Allah’ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
Öküz, ansızın Bağdat’a gelir, şehri bir baştan öte gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.
Bilgiye ulaştı mı ayak, kanat olur.