Dünyanın üç günlük olduğunu anlamak için, ayağımızın birinin çukura düşmesini beklemek gerekmiyor aslında.
Çünkü ölüm sadece yaşlılar için değil. Yaratıcı ne kadar mühlet veriyorsa, o kadar yaşayacağız ve sonrasında sonsuzluk âlemine gideceğiz.
Yaratıcının verdiği mühletin de ne kadar olduğunu bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey bilmediğimiz mühletin bittiğinde öleceğiz.
Öldükten sonra, dünyada yaptıklarımızın hesabını da sonsuzluk âleminde vereceğiz.
Hesaba çekileceğimizi biliyoruz da, peki bunca canavarlıkları nasıl yapıyoruz?
Demek ki ya çok cesuruz; günahtan ve hesaba çekilmekten korkmuyoruz, ya da gerçek anlamda inanmıyoruz.
Her insan hata yapabilir.
Hatanın affı vardır. Çünkü yaratıcı çok merhamet sahibidir.
Samimi olarak yapılan hiçbir tövbeyi geri çevirmez.
Bunun bir de taammüden olanı vardır. İstemeden yaptığımız yanlışlar hatadır ama tasarlayarak, bile-bile, nefsimizi tatmin etmek için yaptıklarımız hatanın ötesinde bir şey olsa gerek.
Mesela çalarız.
Mesela hakkı gasp ederiz.
Mesela menfaatimiz için yalan söyleriz, adam öldürürüz, rüşvet alırız.
Peki bunların hesabı görülmeyecek mi?
Zerre kadar iyilik de, zerre kadar kötülük de karşılığını bulacak.
Bütün bunları bildiğimiz halde hiç ölmeyecek gibi davranmak, öldükten sonra hesaba çekilmeyecek gibi pervasız olmak akıl kârı değil.
Düşünün ! Ya bir de ölüm olmasaydı?
Ya bir de hesap günü olmasaydı.
Dünyadaki üç günlük saltanat için, aldığımız nefesi bile tekrar vereceğimiz belli değilken bu kadar abartmak “güçlüysem haklıyım” demek, akıl sahibi hiç kimseye yakışmıyor.
O zaman bir kere daha düşünmek gerek.
Allah, bize akıl nimetini aksesuar olsun diye mi verdi sanıyorsunuz?
Kulunu muhatap alan yüce Allah biz insanlara soruyor:
“Hiç akıl etmez misiniz?” Sahi, hiç düşünmez miyiz?