Hayatımızı değiştiren kitaplar

Yusuf Alpaslan Özdemir

Buzdokuz dergisinin 22. sayısındaki bir röportaj okuma yazmayla ekonomi ilişkisini, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kültür sanata/edebiyata bakışı ortaya koyması bakımından önemli anekdotlar içeriyor: 1948 doğumlu Kanadalı şair ve emekli akademisyen Stephen Bett’le Ertuğrul Rast söyleşisi(Stephen Bett ile söyleşi, Ertuğrul Rast, Buzdokuz, Haziran 2024, syf: 95-97).

Vancouver’deki Langara Üniversitesinde geçen 32 yıllık öğretim üyeliği kariyerinden sonra jübile yapan Bett, emekli olduktan sonra maaşı epeyce azaldığı için yayınları eskisi kadar takip edemediğinden yakınıyor. Kanada’da da örgün eğitimde ve üniversitelerde güncel edebiyata sıra gelmiyor, şairler dışında kimin gerçekten şiir okuduğu belli değil, orada da şiir kitapları ortalama 200-500 kopya basılıyor; bu rakamlar dergiler için de geçerli.

Görüleceği üzere gelişmiş bir Kanada ile gelişmekte olan ve görece daha düşük gelir ortalamasına sahip ülkemizde ortam ve şartlar benzer yapıda.

Ne tür neticeler çıkarabiliriz bu örnek üzerinden? Ülkemizde şiir okunmuyor, şiir kitapları satmıyor, insanımız okumaya yazmaya düşkün değil gibi serzenişler bence maddi koşullara bağlı değil. Okumanın yazmanın insanı zengin etmesini bırakın, geçimini sağlayacak bir kazanç sağlaması dahi söz konusu değil. Bu yüzden kişinin geçimini temin edeceği aslî bir işinin olması zaruri görünüyor. Bu sanırım her yerde böyle. O yüzden sitem ve şikâyetleri bir kenara bırakıp aşkla işini yapmak en güzeli.

ZÜLFÜ LİVANELİ

Önde gelen bibliyofillerimizdendir Selçuk Altun. Kitaplarını ve Ot dergi ile Sabitfikir’deki ‘Kitap İçin’lerini istifade ederek okurum.

Benim gibi sıkı Selçuk Altun takipçileri, onun Zülfü Livaneli ve Elif Şafak’ın perde arkası yönlerini merkeze alan yazılarına da şahitlik eder sık sık. Son olarak Sabitfikir’in 159. sayısında Altun, Livaneli’ye ikinci kez meydan okudu. Bu kez Yağmur Atsız’ın tanıklığı da söz konusuydu.

Yazısına; “Zülfü Livaneli’nin romanlarını oku(ya)mam. Ama yıllar önce birçok satan kitabına iliştirdiği u-z-u-n özgeçmişine göz gezdirirken utanmıştım. Bir başka yazarın kazandığını bildiğim ödülü kendisinin kazandığını iddia ettiği gibi var olmayan ödüllere de sahip çıkıyordu. Eğitim durumu ve etkinlikleriyle ilgi olarak sıraladığı bilgiler de doğru değildi.” cümleleriyle başlayan Selçuk Altun, Livaneli’nin doğal olarak kendisine çok kızdığını, mahkemeye vermekle tehdit ettiğini ve hâlâ bu mahkemeyi beklediğini belirterek yeni yanlış ve yalanlarla bezeli ikinci raundu başlatıyor (‘Hodri Meydan Zülfü Livaneli-2, Selçuk Altun, Sabitfikir dergisi, Mayıs-2024, s. 12-13).

Livaneli’nin eski dostu rahmetli Yağmur Atsız’ın ‘Ömrümün İlk 65 Yılı’ adlı anı kitabında “Ben artık sonlarına yaklaştığım ömrüm boyunca Zülfü kadar doymak bilmez egolu bir insana rastlamadım” sözlerinin da aktarıldığı metinde Livaneli’nin ortaokul mezunu olduğunu saklamasına, ileri sürdüğü şekilde çeşitli ülkelerde nitelikli ödüller kazanmadığına, bazı kitaplarının dediği gibi olağanüstü ilgi gördüğüne, satış rakamlarına ulaştığına dair yalanlarına şaşırmamak gerek değil mi?

Selçuk Altun’un usta işi polemik yazısının finali de muazzam doğrusu: “29-3/4-4/24 tarihli Oksijen’deki yazısının başlığı ‘Düzgün İnsan Olmak’tı ve şu şekilde bitiyordu: Yalan söylemeyin!/ Rüşvet vermeyin!/ Kısacası: Düzgün İnsan Olun!/ DÜZGÜN İNSAN OLUN!’

Livaneli’nin evlere şenlik hasletlerinin hepsini aktarmaya yerim müsait değil ama siz künyesini verdiğim bu yazıları okuyunuz.

Hamiş: Sabitfikir’in aynı sayıdaki sunuş yazısında Mustafa Akar ‘Edebiyat Modern İnsana Hitap Edebiliyor mu? Sorusuna cevap arıyor ve kalburüstü çıkarımlarda bulunuyor. Kanadalı şair Stephen Bett söyleşisi hakkındaki değerlendirmemin üstüne bu yazı gündeme taşıdığım meseleleri bütünlüklü bir hale getirecektir. Bu yazıyı da okurlarıma öneririm.

HAYATIMIZI DEĞİŞTİREN KİTAPLAR

Çalışkan ve üretken yazarlarımızdan Necip Tosun, seçkin yazarlardan yazarlık dersleri yazı serisini Muhit’te devam ettirirken kitap kültürü dergisi Sabitfikir’in 160. sayısında “Hayatımızı Değiştirecek 20 Yazar” başlıklı ilgi çekici bir makale yayınladı(‘Hayatımızı Değiştirecek 20 Yazar’, Necip Tosun, Sabitfikir, Haziran 2024, sayı: 160, syf. 30-33)

Ortalama bir ömrün sadece bırakın dünya edebiyatını, ülke edebiyatını bile yeterince okumaya yetmediği gerçeği ortadayken sistemli okumalar yapmayı akıldan çıkarmamak bir başka deyişle seçme yapmamız fani olmamızın bir sonucu.

Necip Tosun’un yazısında belli bir sıra dahilinde verdiği listeyle Türk ve dünya edebiyatları gelişiminin izlenmesi de bir nebze mümkün.

Necip Tosun’un yirmi isimlik listesinin on biri batıdan. “İyi bir kütüphanenin en üst rafında Mevlâna’nın Mesnevi’si olmalı” diyen usta eleştirmen daha sonra bizi Evliya Çelebi ile bir dünya seyahatine davet ediyor. Batı edebiyatı duraklarında Shakespeare, Moby Dick, Rilke’nin Brigge’nin Notları, Kazanciakis’in El Greco’ya Mektuplar’ı, Jon Dos Possos’un ABD üçlemesi, Juan Ruifo’nun Pedro Paramo’su, Grillet’in Silgiler’i, Cortazar’ın Mırıldandığım Öyküler’i, M. Yourcenar’ın Doğu Öyküleri, Marquez’in On İki Gezici Öykü’sü, Kanafani’nin Filistin’in Çocukları okuru bekliyor. Bizden ise Mai ve Siyah, Fahim Bey ve Biz, Sait Faik’in Bütün Öyküleri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan’ı, Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak’ı, ve Kara Kitap.

Türk klâsiklerinin hangi eserlerden oluşabileceği mevzuunda dahi uzlaşmaya varamayan kamuoyunun her listeye olduğu gibi Tosun’un listesine de itiraz edeceği muhakkak.

ŞİİRİMİZ VE OSMAN ÖZBAHÇE

Şiir günümüzde hikâye gibi canlı, devinim halinde; yenilik ve arayış peşinde şairlerimiz. Doğası gereği şairin toplumsal meselelere de uzak durmaması, fikirlerini beyan etmesi ve yolu aydınlatması gerekiyor. Sadece şiirde değil, kültür sanatın her bir dalında özgün ve cesur seslere ihtiyacımız var. Bu minvalde vurguladığım nitelikleri haiz olduğunu düşündüğüm Osman Özbahçe ile aynı çağda yaşamaktan, hemşehrisi olmaktan, her an istişare ve istifade edebilecek yakınlıkta olmaktan bahtiyarım.

Benzer fikirlerden mürekkep klişe metinlerle adeta bir yığılma izlenimi veren anlarda Özbahçe yerinde tespit ve radikal önerilerle her daim yolumu açar, bakış açıma yeni bir boyut kazandırır. Bu vesilelerle onun dergilere, eleştiriye ve şiire bakışına dair düşüncelerinin bugünlerde daha da bir önem kazandığını düşünerek geniş çaplı bu meseleyi toparlayan bir yazı kaleme alacağım.

Öncelikle usta eleştirmen ve şairimizin fikirlerini derli toplu ve bir arada bulmak namına ‘Görevimiz Tehlike’sini okumak zaruri. Kendisiyle yapılmış söyleşiler yer alıyor bu arşivlik çalışmada. Yeni yayınlanan ‘Dil Çöktü’ adlı şiir kitabında da sıra dışı yorumlar var Osman Özbahçe’nin. Geçen sayıdaki ‘Eleştiri Notları’mda değindiğim ‘Kalbinden Uzaklaş’ şiiri tahlilimi de düşününce bu yazım için epey bir malzeme toplanmış oluyor.

Bu denli keskin bir dile sahip olup da eleştirilmemek mümkün mü, Özbahçe’nin aldığı tepkilere yorumu şöyle: “Benim ömrüm tepkiyle geçti. Ben tepki gösterdikçe bana tepki gösterdiler. Bizim kuşağın yazdığı her şey çok etkili oldu. Biz bir dönem, bir kuşak olarak İkinci Yeniden sonra etkili olan tek kuşağız. Toparlayıcı, kurucu ve öncü vasfı olan tek kuşağız. Biz şiirin kurgusunu ve algısını değiştirdik. Yani bugün hâkim şiir bizim yazdığımız şiirdir. Tabi bu gerçek şair, gerçek okur için böyle. Yoksa ortam şiir adına güven duyulabilecek bir ortam değil. Dostoyevski’nin kitaplarından birinde, “Şairleri severim. Sevimli çocuklardır. Şiirlerinde anlatmadıkları yok,” şeklinde bir cümle var. Ortamın şiire, şaire bakış açısı bu. İşin kötüsü, kendini şair zannedenlerin bakış açısı da bu.” Sanırım onun temel vasıflarına iddialı olma, özgüveni de eklemem gerek.

Osman Özbahçe’nin vakti zamanında Karagöz, Atlılar gibi unutulmaz dergilerin mutfağında bulunduğunu da hatırlatırım, lâkin dergilere uzak duruşu hep dikkatimi çekmiştir. Buna rağmen İsmet Özel gibi bir usta için iki ciltlik özel sayı hazırlamak, Hece ve Buzdokuz’daki şiir, eleştiri ve soruşturma cevapları elimizin altında neyse ki. Tekrar bir dergi çıkarır mı Özbahçe; cevabı tahmin ettiğim gibi; “Bir daha dergi çıkarmayacağım. Dergi çıkarmanın değişik yolları var. Kitap yazmak bunlardan biri benim için. Elbette bazı teklifler aldım, hem eski arkadaşlarımdan, hem daha önce çalışmadığımız bazı arkadaşlardan. Artık dergiyle uğraşmak istemiyorum. Çünkü dergi parmağının ucuyla yapabileceğin bir iş değil. Bütünüyle içinde olmalısın. Ve senden istediği her fedakarlığı yapmalısın. Galiba bu açıdan kendimi yorgun hissediyorum.”

Türkiye’deki edebiyat ortamına dair düşüncelerini de sık sık dillendirir Özbahçe. Bunları şu sözleriyle toparlamak mümkün; “Artık şiiri şairlerle bile konuşamıyorsunuz. Herkes anam babam usulü şiir istiyor. Edebiyat ortamı ve edebiyat dergileri şiirimizi tartışabilecek seviyede değil. Hatta böyle bir tartışmanın önündeki en önemli engel. Fakat gözden kaçan en önemli mesele, Türkiye’de şiir okuyucusu yok. Temel sorun bu. Bu, şiirin olup olmaması, şairin olup olmaması kadar önemli bir konu.”

Asıl ilgi alanımın edebiyat eleştirisi olduğunu okurlarım iyi bilir. Böyle bir durumda böyle mahir bir eleştirmenin eleştiriye dair düşüncelerini gündeme getirmemem düşünülemez elbette. Meselâ Osman Özbahçe’nin eleştiri yazısı yazmaya değer bulduğu eserler hangi nitelikleri haiz olmalı, eleştirmeni, şiirle okuyucu arasına girmekle suçlayanlar için ne düşündüğü önemli sorular. El cevap; “Eleştiri, tıpkı bir eser ortaya konurken gözetilen bütünlüklü yapı gibi kendine özgü bir yapı kurar. Gücü nispetinde güçlendirir. Eleştirinin alış verişi sanatı büyütür. Eleştiri yoksa bir noktadan sonra sanat yoktur. Bence mütemmim cüzdür sanat ve eleştiri. Eleştirinin asıl işlevi eseri yorumlamak, tartışmaktır. Ama artık sadece bu açıya indirgenemeyen bir zenginlik, bir geniş açı söz konusu. Eleştiri aslında sanatın büyüsünü bozan bir yöntem. Sanat eseri eleştirilemez, belki de en doğru yaklaşım budur.”

Geç kaldığım şiire yetişme arzusuyla belki de daha çok şiir üzerine yazılar okuduğum bir dönemdeyim. Şansıma şairlerimiz de ardı ardına yenilikler, deneyler peşinde. Kanon iddiaları, yeni şiir çeşitleri havada uçuşuyor görsel şiir, epik şiir, neo epik şiir gibi. Özbahçe’nin ne düşündüğü elbette son derece önemli; “Deneme, deney, yeni açılımlar bir yerde şiirin varlık nedenidir. Her açı, her çaba kıymetlidir. Şu şartla: Şiir bir bulmaca değildir. Çözmek için zekâ gerektiren bir oyun değildir. Deney, anlamı bulmacaya dönüştürüyor. Buna gerek yok. Biz bulmaca çözmek için şiir okumayız.

Radikal kopuş olarak tanımladım görsel şiiri. İşin özü bu bence. Son dönemde şiire ilişkin en derli toplu, ne dediğini, ne yaptığını bilen yaklaşım görsel şiirdir. Görsel şiir, görüntünün egemenliğine görüntüyle karşı çıkabildiği ölçüde, bizi sözün derinliğine çağırabildiği ölçüde varlığını sürdürecek.

Şimdi sevgili arkadaşlar bu konulara şöyle yaklaşıyorlar: Örneğin felsefi şiir deyince kronolojik olarak felsefe tarihi yazmaya kalkıyorlar veya akılları sıra felsefe yapmaya başlıyorlar. Şiir bu değil. Hiçbir zaman.

Ben daha teknik, bütünüyle tekniği ölçü alarak bir şey söyleyeyim: Şiirde değil, modern şiirde, temel kurallardan biri, şiirin tekniği şiirden doğar. Şiirin felsefesini şiirden çıkarmak gerekir. Ona yüklenmiş yargı cümlelerinden değil. Modern şiirde biçimleyici güç manifesto değildir. Şiirinizde geliştirdiğiniz değil, binlerce kez savunulmuş düşünceleri bir kez daha savunacağım diye yaşantıyı ve insanı konu mankeni yapıyorsunuz, yanlış yoldasınız. Şiirde felsefe yapmayacaksınız, şiir yazacaksınız.

Modern şiir, geldiği aşamada, şiirin sanat niteliğine saldırıyor. Sanat fikri parçalanarak sanat yapılıyor bugün. Aslında modern şiirin doğuşunda bile bu saldırı var. Modern şiir şiirin sanat niteliğini bozmaya çalıştıkça sanat niteliği kazanıyor. Sadece ehlinin anlayabileceği, zevk alabileceği bir uzmanlaşmaya dönüştürdü şiiri. Klâsik kültür ve zevk alma biçimleri bu yeni biçimleri anlayamadı, anlayamıyor. Bunun için ortaya hâlâ şablonik yapılar sürüyorlar. Bugün açısından bunların hepsi anakronik.”

Özbahçe’yle yakın olmanın heyecanı onun şiiriyle henüz tanışmamış olanları unutmama neden oldu sanırım. Bu noktada onun şiirlerinde ne görüleceği, yeni taliplerin ne bulacağı, hangi temaları okuyacağı sorusu ziyadesiyle önemli; “Şiir yazmak için insanın önemli bir nedeninin olması gerekir. İsmet Özel, şiir, dünyadan olumsuz etkilenmiş birinin söylediği sözdür diyor. Temelde bu var. Hayatın benden esirgediklerine karşılık benim hayata vermek istediğim / verdiğim karşılıktır şiir. Yaşadığımız çağdan geriye doğru, bütün çağlara damgasını vuran yegâne unsur savaş teknolojisi. İnsanlık sadece savaşıyor. İnsan özde vahşi, katil bir yaratık. Okuyucularımdan birinin, buna karşı çıkmış, demesini beklerim. Bir bütün olarak baktığımızda, şiirimin ortaya koyduğu perspektife bakarak, bu reddedilemez bir şiir, demesini beklerim. Onda halkın umutları var, demesini, kalbi kırılmış insanların hıncı var demesini.

Şiir hem insanın, hem toplumun vicdanıdır. Şiirimden bu doğrultuda besleyici bir güç elde ederse bir okuyucu kendimi bahtiyar hissederim.

Bana ayrılan yerin sonuna geldim gelmesine de, söylenecek, yazılacak çizilecek çok şey var Osman Özbahçe hakkında. İlham yaratmaya çalışabilirim ancak bu mütevazı yazıyla, umarım başarılı olmuşumdur.

Şiirin büyüsünün bitip bitmediğine dair Özbahçe’nin düşünceleriyle nihayetlendireyim bu yazımı: “Bakın sanat ve edebiyat temelinde sanata ve edebiyata hâlâ bağlı kalan tek sanat şiirdir. Resim de dahil olmak üzere hikâye ve roman sanat ve edebiyat olmayarak varlıklarını sürdürmeyi seçtiler. Şiir bağlı kaldığı için bitti gözüyle bakılıyor. Kapitalizm konusu yapılamadığı için bitti gözüyle bakılıyor. Oysa kalan şiir, biten diğerleri. Yani şiir yükselerek pazarın şartlarını kabul etmedi. Yükseldiğini zannedenler gerçekte varlıklarına sahip çıkamayanlardır. Bugün modern şiirin üç temel sorunu var:1. Romanın sorunu şiirin de sorunu: Yazılacak ne kaldı? Her şey anlatıldı? 2. Modern şiir bir eleştiri biçimidir. Bugün itibariyle şiir, eleştirdiği yapıyı üreten, çoğaltan sistemik bir unsura dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya. Şiirin eleştiri gücü azaldı. 3. Edebiyat ve ciddi eser artık ilgi çekmiyor. Yükselişe geçen diğer sanatlar tartışmayı bu boyutlarda yapmıyor. Bunu yapan, bunu yaptığı için hâlâ ayakta ve diri kalan tek sanat şiirdir.”

(Görevimiz Tehlike, Ebabil Yayınları, Ankara 2019- Dil Çöktü, Ebabil Yayınları, Ankara 2023- ‘Kalbinden Uzaklaş’, Buzdokuz dergisi, Haziran 2024, sayı: 22, syf. 19-24)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.