Gencecik bir öğretmen olduğunuzda, öğrencilerinizin karşısında heyecanınız henüz çekilip gitmemiş, kelimeleriniz boğazınızda düğümlenmiş dururken, belki üniversitedeki ilk gününüzü hatırlayacaksınız… Belki okula veda edişinizi…
İlk dersiniz başladığınızda bir taraftan damağınız kuruyacak, ardı sıra dudaklarınız, gencecik fidanları sulamak heyecanıyla, susuzluğunuzu bile hatırlamayacaksınız. Sonra nasıl ve nereden başlayacağınızı düşüneceksiniz bir süre. Derken bütün gücünüzü toplayıp, sesinizin titrekliği efendilik edip sizi yalnız bırakmışken kurumuş dudaklarınızdan inciler dökülmeye başlayacak. Belki onuncu, belki de on beşinci dakikada, küçük yaramazların dikkati dağıldığını fark edeceksiniz. Birden bir şiir okuyasınız geliverecek, bir fıkra dillendirmek isteyeceksiniz. Bir parmak kaldırdığınızda bir öğrenciniz, küçük bir soru sorduğunda, kitaplar tavsiye etmek isteyeceksiniz heyecanla, ardı sıra makaleler sıralayıvereceksiniz.
Sonra bir gün elinizde bir harita aceleyle sınıfa gireceksiniz, bitiriveresiniz gelecek konuları. Bildiklerinizi bir günde anlatıvermek isteyeceksiniz. Nihayet bir sakinlik çökecek ve her dersin sonunda bir ciddiyet ikamet edecek içinizde. İhtimal ki gün gelecek görevini yerine getirmiş olmanın haklı gururu zil sesini bile artık duyamayacaksınız.
Ve Bahar İçin
Güneşin en tatlı olduğu mevsim bahardır benim için. Ben güneşi en fazla bu mevsim de seviyorum. Çünkü o, sabahın hafif serinliğine rağmen, biraz sonra içinizi ısıtacak ve sevinçle dolduracaktır. İhtimal ki bu sevincin kaynağı doğanın yeniden ve en güzel bir şekilde ortaya çıkışıdır.
Çoğumuz bir bahar sabahı erken saatlerde penceresini açtığında baharın o nefis kokusunu almıştır. Bu öyle bir tattır ki, ikindi yağmurundan sonra açan güneşin eşliğinde içinize çektiğiniz toprak kokusu yahut seher vakti çiçeklerini bırakıveren bir ağacın nazlanışı veya bin bir türlü mekanik sesten uzak sadece serçelerin ötüşünü duyma hissinden farksızdır. İşte ben her bahar bu yüzden, henüz daha kurumamış çimenlerin üstünde pınar başına kadar koşturmayı özlüyorum, plastik topumu taş direkler arasından geçirmeye çalışırken patlatmayı, yedi kiremidi üst üste koymaya çalışırken sobelenmeyi istiyorum artık. Yani ben çam kokuları arasında mantar topladığım, bulduğum her şeyi kekik sandığım, her uçana keklik diye mırıldandığım günleri arıyorum. Bilmem akşam ezanı okununcaya kadar, küçük bir lastik tekerleğin peşinde koşturmayı ve tahtadan tomofilimin motor sesini hiç bu kadar özlemiş miydim?