Erdemleri yalnızca birileri üzerinde göstermeyi, işaret etmeyi seven insanlar mı olduk? Ulaşılması güç totemleşmeye yüz tutmuş birtakım şahsiyetlerin, erişilmesi zor hasletleri olarak mı tariflendirdik? Niçin aramıza indiremiyor, insanileştiremiyoruz erdemleri? Erdemliliği birbirimize nakletmekten haz aldığımız sözler aracılığıyla plastikleştirdik sanki. Böyle olunca her türlü ahlaki mesele, birkaç söz öbeği ve kavram çevresinde kısırlaşıyor, hayatın pratiklerine hitap edemiyor. Ama ahlaki bir değer üretemeyecek durumda oluşumuzla ilgili temel sıkıntılar, kendiyle meşgul olma hâlinde, bencillikte, dostuna yabancılık ve zıddına düşmanlıkta aranmalı bence. Daha fenası fıtratımıza ihanet edip durmaktan herhangi bir ilkeye ihtiyaç duymayacak duruma gelmiş bile olabiliriz.
Andre Comte Sponville’nin “Büyük Erdemler Risalesi” adlı kitabında şöyle bir eleştiriye denk geldim: “İyilik temaşa edilecek bir şey değil, yapılacak bir şeydir.” İyiliğin yerine siz dilediğiniz ahlaki değeri yerleştirin. Aynı manayı karşılayacaktır. Sözün bu derece yalınlığı ve hakikati çok iyi geldi bana ve şunları düşündüm:
Varlığı var olduğu sebebe özgüleyerek hayat içerisinde yönlendirebildiğimiz nispette, onu doğrusunda, yörüngesinde idare edebildiğimiz ölçüde erdemli yaşayabiliriz. Issız bir adada yaşıyor olsaydık bugün dilimizden eksilmeyen iyilik, doğruluk, ahlak, haysiyet gibi sözcüklerden yine söz edebilir miydik? Belki de hiç aklımıza gelmezdi bile, ihtiyaç duymazdık. Bu, yaratılışla birlikte bir öz şeklinde açığa çıkan erdem ve erdemliliğin mücerret varlığına halel getirmezdi elbette. Ancak hiçbir şekilde eyleme sirayet edememesi varlığındaki daha içkin bir duruma, kendini izhar etme ve bilinme isteğine aykırı olurdu.
İbn Arabi’nin “keşfen sahih” gördüğü bir hadis metninde geçen “Kenz-i mahfî”nin, bilinmeyi istemesi suretiyle onu bilecek olan bir başka iradeyi halketmesi gibi... Erdemliliğin de eyleme dönüşmesi gerekiyor, bir tanrısal zorunluluk olarak bu böyle. Burada ister istemez Spinoza geliyor aklıma. Onun “immanens” dediği “hazır ve nazır olan” (ki İbn Arabi’nin keşfindeki “kenz-i mahfi”den pek ayrı görünmüyor) bir yönüyle de ancak insan eliyle tecelli edecek, erdemlilik hâline işaret ediyor. Diğer taraftan filozofa göre erdem, haksızlıklarla ruhumuzdaki ışığı söndürmek isteyen şeytani güçlere karşı insanı diri ve dirlikte tutan bir güçle eş değerdir.
Demem o ki geçmişin temaşasıyla niceliğine övgüler düzüp durduğumuz bir haz nesnesi olmaktan çıkartıp elan hazır ve nazır kılmalıyız erdemliliği. Bunun için de canlı bir topluma; yani benimle senin, özneyle ötekinin çatışmalı da olsa buluşmasına ihtiyaç var. Herkesin birbirine benzetilmek istendiği bir toplum ebterleşir, ölür, erdem çıkmaz o diyardan.