TARİHE YOLCULUK (216)
Padişah Diyor Ki: “Her eğrilikte bir kötülüğün tohumu yatar. Üç sac ayaklı tahta oturursan o eğriliği hemen hissedersin, dört ayaklı tahta ise biraz geç hissedersin. Demek ki Yunus Emre, Taptuk Emre’nin dergâhına düzgün odun getirirken her eğrilikte bir kötülüğün olduğunu biliyordu.”
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi, 17 Şubat 2018’de başlayıp 37 hafta devam ederek 29 Aralık 2018 tarihinde sona erecek olan Kültürel Etkinlik Takvimini açıkladı.
Yazar, çizer ve şairlerimiz ile Konya dışından gelecek konuşmacılar ile diğer katılımcılara hayırlı olsun. Edebiyatçı ilim adamlarımızdan olan ve kulaklara küpe niteliğinde “Aczimin Giryesi” dörtlükleriyle Konevî dergisinden bu tarafa tanıma şerefine nail olduğum Ahmet Sevgi hocamız, geçtiğimiz hafta Cumartesi günü açılış sohbetini yaptı.
Oturuş biçimi ve direkler arası sohbetçinin kaybolduğu Kılıçarslan Konferans Salonu’nun hoşuma gitmediğini ifade etmeliyim. Ferhuniye Mahallesinde bulunan STK’ların hepsinin kullanabileceği direksiz ve kolonsuz güzel bir salon pekâla yapılabilirdi. Bu Konya Evlerini sıkı ve uzun bir şartnâme ile kiraya veren Büyükşehir Belediyesinin ilgili birimleri, STK yöneticilerinin de görüşlerine başvurup baştan iyi bir salon yapmayı düşünebilirdi.
Ahmet Sevgi hocamız, Türk Edebiyatında Zihniyet Değişimini XI. ve XII.yüzyıllarda yazılmış üç kıymetli kitap üzerinden gayet güzel bir üslûpla anlattı. Sâde ve anlaşılabilir güzel bir Türkçeyle İslam sonrası Türk toplumuna ve milletimize sosyal hayatta mutluluk veren bilgileri kapsayan Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig ile dil birliğinin din birliğiyle beraber önemini ortaya koyan Kâşgarlı Mahmud’un yazdığı Divân-ı Lügati’t-Türk ve ahlâklı bir insan olmanın yollarını gösteren Edip Ahmet Yükneki tarafından aruz ölçüsüyle yazılmış Atabetü’l-Hakayık’ın tıpkı nüshalarını gösteren Ahmet Hoca, gönlümüze sevgi tomurcukları ekti.
Toplumu ayakta tutan üç sacayağının sosyal yapı, dil (lisan)ve dinle ters düşmeyen örfü hukuk (ahlâk) olduğunu anlatan kıymetli edebiyatçı Ahmet Bey, her üç eserin de günümüz Türkçesiyle yazılarak topluma kazandırılması gerektiğini söyledi. Müslüman Türk toplumunun sosyal hayatını düzenlerken kendisine mutluluk veren bilgilerden haberdar olması gerektiğine dikkati çeken Ahmet Hoca, bunun sevgiyle mümkün olabileceğini ifade etti. Hz. Mevlâna’nın, bir rubaisinde “Bu topraklara sevgiden başka bir şey ekmeyiz biz” dediği gibi.
***
“Üç şaheser” olarak nitelendirdiği o eserlerden yola çıkarak “Kutadgu Bilig sosyal hayatı temsil ediyor. Divân-ı Lügati’t-Türk dili temsil ediyor. Atabetü’l-Hakayık da dini temsil ediyor. Üç sacayağı dediğimiz şey bu. Demek ki bizim edebiyatımızın temelinde sosyal hayat, dil ve din var” dedi. Daha başka eserlerin de yazıldığını fakat o eserlerin bize kadar ulaşmadığını belirten Ahmet Bey, “İki göç bir yangındır” atasözünü hatırlatarak o göçler esnasında, o eserlerin ya kaybolduğunu ya da değerinin bilinmediği için elden çıkarıldığını kaydetti. Bu atasözünü bizzat kendisinin yaşadığını ve bir başka eve taşınırken çuvala doldurduğu yazma eserlerin, bir başka çuvalla karıştırılınca yanlışlıkla SEKA’ya gönderildiğini anlatan Ahmet Hoca, bunun kendisi açısından büyük bir yangın olduğuna işaret etti. Kutadgu Bilig’de yer alan dört sembolden ilkinin “padişah” anlamına gelen “Küntoğun-Gündoğdu” olduğunu, gün ve güneş kelimelerinden yola çıkarak padişahın adaleti temsil ettiğini dile getiren Ahmet Bey, güneşin, yâni adaletin hiçbir ayrım yapmaksızın herkesi aydınlattığını ve herkese ısısını verdiğini belirterek padişah tarafından uygulanan adaletin, toplumumuza ne kadar mutluluk verdiğini şu şekilde dile getirdi: Üç sac ayaklı taht üzerine oturan padişahın sağ omuzunda şeker, sol omuzunda acı (zehir) ve elinde de bıçak (saadet) olduğu halde huzuruna veziri çağırarak şunları söylüyor: Ben adaletim. Huzuruma, haksızlığa uğrayıp gelenlere adaleti tecelli ettiririm. Onlar şeker yemiş gibi sevinip giderler. Zâlimler karşıma geldiği zaman onlara da gereken cezayı veriirm. Onlar da zehir yemiş gibi olurlar. Mahkeme için karşıma gelenlere yarın gel falan yok. Anında mesele neyse bıçak gibi keserim; haklıysa haklı, haksızsa haksız…” diyor.
Bu sefer vezir soruyor. Peki, o zaman taht niye üç ayaklı?
Padişah onu da şöyle izah ediyor: “Eğer taht dört ayaklı olsaydı, bunlardan birisi eğrildiği zaman fark edilmezdi. Oysa her eğrilikte bir kötülüğün tohumu yatar. Üç ayaklı olduğu için bir yerde aksama olursa bu hemen hissedilir. Dört ayaklı olduğu zaman hissedemeyebilirsin.”
Hatırlayalım. Yunus Emre, Taptuk Emre’nin dergâhına hiç eğri odun götürmemişti değil mi? Demek ki Yunus, her eğrilikte bir kötülüğün olduğunu biliyordu. Bu yüzden eğri odun götürmüyor.
***
Ahmet Hoca, adaletin herkese, hak ettiği biçimde uygulanması halinde toplumunun sosyal hayatta ne kadar mutlu olacağını Kutadgu Bilig’de yer alan bu kıssayı bize anlatarak hisse almamızı sağladı.
Düşündüm ki, güneş (adalet) herkesi aynı ölçüde ulaşmadığı, aydınlatmadığı ve içini ısıtmadığı taktirde; günümüz toplumumuzun da o derecede mutsuz olduğunu anladım.
Demek ki mutluluğun ilk anahtarı, o ülkeyi idare eden padişahın haklıya haklı, haksıza haksız olduğunda adaleti hak ve hukuk çerçevesinde dağıtmasıymış!..
Hukukun olmadığı yerde “guguk” seslerinin yükseldiği bir vakıa…
YARIN: Kulu’dan gelirim yüküm ağırdır…