Bizim kültürümüzde okuyan yani eğitim gören insan demek; büyüklerine saygılı, küçüklerini seven kısaca öz değerlerine bağlı insan demektir.
Okumuş ama odunluktan kurtulamamış kişilere “okumuş amma adam olamamış” nitelendirmesi yapılır.
Herkesin bildiği çok eski bir hikaye günümüzün pürmelalimizi yani acıklı halimizi çok iyi izah etmektedir.
Adamın birinin yaramaz bir oğlu varmış. Adam, çocuğunun her yaramazlığı sonunda;
''Oğlum sen adam olamazsın!'' diye tepkisini dile getirirmiş.
Babasının bu sözü oğlana dokunur “bir gün kim adam olamazmış gösteririm” diye içinden söylenirmiş.
Yine aralarında çıkan bir tartışmadan sonra oğlan babasına kızıp terki diyar ederek gittiği şehirde bir okula kayıt olur ve okumaya başlar.
Biraz da babasının, ''Oğlum sen adam olamazsın! “ sözüne olan kızgınlığıyla çok çalışır, başarılı olur.
Sonunda kendi köyünün bağlı olduğu şehrin kadısı olarak tayin edilir.
Vazifesine başlar başlamaz içine dert olan babasının sözünü boşa çıkarmanın aceleciliği içinde zabitlere:
''Gidin, filan köyde şu isimde biri var, çabuk onu huzuruma getirin.'' diye emir buyurur.
Zabitler köye giderek adamı, ''Kadı Efendi seni huzuruna çağırıyor'' diyerek apar topar huzura getirirler.
Mağrur bir şekilde yayıla yayıla oturan kadı, yani yaramaz oğlan babasına:
- 'Ben kimim, beni tanıdın mı, diye sual eder.'
Endişe ve korku içerisindeki adam, oğlunu tanıyamaz ve ''Siz kadı efendimizsiniz'' der.
Koltuğunda yayıla yayıla oturan kadı büyük bir pişkinlik ve keyifle:
- Ben senin hani her kızdığında “sen adam olamazsın dediğin” oğlunum, bak işte adam olduğum gibi kadı da oldum, der.
Adam, acınası durumdaki oğlunu manalı gözlerle süzdükten sonra:
-'Beni ayağına bunu söylemek için mi çağırdın, diye sorar ve devam eder:
-A behey ahmak oğlum! Ben sana kadı olamazsın değil, adam olamazsın demiştim. Sen yaşlı babanı apar topar ayağına getirmek ve edepsizce davranışlarınla adam olamayacağını gösterdin, der.
Tabi ki bu bir hikaye olup yaşanıp yaşanmadığı meçhul olmakla birlikte bu ve buna benzer durumların yaşanma ihtimali yokta değil!
Burada esas olan; özellikle lise ve üniversite mezunu insanların çoğaldığı bir toplumda saygı ve sevginin hangi boyutlarda olduğudur.
Yazının tamamını okumadan üç beş dakika bir düşünün, ondan sonra bu durumu değerlendiriniz.
Siz değerlendirme yaparken ben kendi değerlendirmemi yapmaya çalışayım.
Yukarıda anlatılan hikayenin çok çok ötesinde eğitim sistemimiz insanımıza saygı ve sevgiyi kazandırmaktan oldukça uzaktır.
Buna rağmen toplumun tüm kesimleri bu durumu dert edinmek yerine iş, aş, geçim derdine düşmüştür.
Bu durumu en iyi eğitimden veli taleplerinde görebiliriz.
-Velilerin çocukları ile ilgili okullardan talebi nedir?
İlkokul müdürleriyle olan bir mesleki toplantıda; “arkadaşlar birinci sınıfa çocuklarını yazdırmak isteyen velilerin sizden öğretmen talebi olur ve bu talepleri karşılamakta mutlaka zorlanıyorsunuz” dedikten sonra:
-Sizden hiç çocuğuna milli ve manevi değerleri kazandıracak bir öğretmen talebi oldu mu, diye sordum.
Kalabalık müdür topluluğu içerisinde bir müdür arkadaşımız “bir tane talep geldi” dedi.
Bugün bir çok kişinin çocuklarının saygısızlığından şikayetini görüyorum.
Hepimiz için söylüyorum; bu günler iyi günlerimiz, bu gidişata son veremezsek çok daha vahim günlerin geleceğini bir kenara yazıverelim.
Çocuk eğitimi kedi köpek eğitmeye bezemez ve çok çok zordur!