Hiçbir şey karşılıksız değil artık günümüz dünyasında. İnsanlar günahlarını bile karşılıksız vermiyorlar. Hatır, gönül, insanlık göğe çekildi. Bu söylediklerim sizin de gündeminizde. Sizler de şikâyet ediyorsunuz bu konulardan. Yalan mı? Sizler de “Eski çamlar bardak oldu” diyerek geçmişin güzelliklerini bugün bulamadığınız için iç geçirmiyor musunuz?
Güvenilir dost bulmak, içinden çıkamadığınız konularda derdinizi dökecek, “paylaşalım da azalsın” diyerek sizin derdinizin bir kısmını sizin üzerinizden alacak insan evladını bulmak neredeyse imkânsız. Evvelden duruşunuzdan anlarlardı bir sıkıntınız olduğunu. Şöyle bir kenara çekerler “Senin bir sıkıntın var galiba. Yardımcı olabileceğimiz bir konu var mı” derlerdi dostlar. Bunu içten ve samimi söylerlerdi. Şimdi sorsalar da sadece sırrınıza vâkıf olmak için soruyorlar, paylaşmak için değil.
“Çağ atlamak” Özal’la birlikte telaffuz etmeye başladığımız bir kavramdı. Gerçekten de değişimin miladı o yıllardı. O yıllardan sonra modern olduk, doğru. O yıllardan sonra teknolojide dev adımlar attığımız da gerçek. Avrupa ile “aşık atmaya” o yıllarda başlamıştık. Mark ve dolar’la da o yıllarda tanıştı milletimiz. O tanışıklıkla birlikte dostluklar da alınır satılır oldu. Babası oğluna, anası kızına borç verirken döviz cinsinden bir samimiyetle baktı. Kısacası o yıllarda maddeci bir toplum olduk. O yıllarda tüm benliğimizi saran virüsten hâlâ kurtulabilmiş değiliz. Gidişata baktığımız zaman, yakın zamanda da bir kurtuluş ümidi görülmüyor. Sağlık olsun.
Böyle maddeci bir toplum olunca, bu ahval içinde en pahalı şeyin dürüstlük olduğunu görüyorum. “Ben diğer insanlardan farklıyım. Farkım maddeci olmamak” diyebilmek o kadar da kolay bir şey değil. Menfaati elinin tersiyle itebilmek ise başlı başına bir delikanlılık. “Bu ülkede dürüst olmak başa beladır. Ama o bela başımızın tacıdır” diyor merhum Muhsin Yazıcıoğlu. Ne kadar da doğru söylüyor. Muhsin Başkanın tabiriyle baş tacı ettiğimiz dürüstlük belasını taşıyabilmek güçlü olmayı gerektirir. Kol gücünden bahsetmiyorum. Karakter gücünden bahsediyorum. Dürüst olmak o kadar pahalı bir kavram ki, onu markla, dolarla, altınla ölçemezsiniz.
Günümüz şartlarında dürüst olmak çok zor. Aslolan da zor olanı başarmak değil midir? Zoru başarmış kişilerden bahsederken “Çok dürüst bir adam” derler. Ben bu “Çok dürüst” lafına hep karşı çıkmışımdır. Dürüstlüğün azı, çoğu olmaz. Bir adam ya dürüsttür, ya değildir. Az dürüst olunmaz. Dürüstlükten verilecek en küçük bir taviz bile, insanı dürüstlük dairesinin dışına atar.
Allah’tan başka kimsenin karşısında eğilmeden yaşamak isteyenlerin işi çok zor. Onların akılları ile nefisleri her zaman savaş halindedir. Nefis, “aklın” aklını çelmeye çalışır sürekli. Yaldızlı cümleler kurar “aklı” akıl dışı bırakmak için. Ben’liğine, ego’suna vurgu yapar. “Senin diğerlerinden ne eksiğin var” der. “Üç günlük dünyada sen de gününü gün etsene” diyerek damardan girer. Nefis, aklın bir zayıf anını bulsa ayağını hemen yerden kesecek.
Nefsin tahriklerine ayak direyen akıl, zaferi kazanmıştır. Bu savaş hep aklın zaferi ile sonuçlansın. Akıl, akıllı davransın ve nefse uymasın.
Çünkü, her şeyin bir bedeli var…