Nedir derdimiz, nedir çaresi. İnsanımız hep şikâyet eder. Birçoğu sahip olduğu nimetleri, içinde bulunduğu kıymetlerin değerini bilmez. Bu tür şikâyetler insanlık tarihi kadar eskidir, diyebiliriz. İnsan “balçıkla duş alıyor yıkandım zannediyor” diyor bir büyüğümüz. Hakikaten de öyle.
Bir toplantıda ilk defa muhatab olduğum birisi, hiç de yeri değilken, kendi ifadesiyle milliyetçi bir duyguyla “bu ülkede güven yok” demez mi? Gel de çıldırma. Sordum, “kim kapınızı zorladı, yolda yürürken kim çelme taktı, kim işyerinde taciz etti, kim bu rakıyı içmezseniz başınızdan dökerim dedi, kim servise binen tesettürlü eşinize hemcinsleri havamızı bozuyor, değil mi çağdaş hanım diyerek alay etti”; diye sorduğumda çıt yok.
Bu tür çıkışların FETO algılamaları olduğunun farkında olmayan bir sürü iyi niyetli ancak bir şekilde yanıltılan, algı operasyonlarına alet edilen kardeşimiz var. Bu ne operasyondur ki, hep yanlıştan yana tavır koydurur. Bu tür algıları kim yayıyor ve kim inanıyor. Ülke düşmanları, Siyonist işbirlikçileri ve emperyalist işbirlikçileri, çıkarlarına set çekilen soysuzlar. Kendini milliyetçi-muhafazakâr gören kardeşim, ya gerçekten böyle ol, ya da vereceğin zararı bil.
Ömer Hayyam geldi aklıma. Hayyam’ı birçoğumuz ayyaş olarak biliriz ki bu yanlıştır. O bir astronom, bilim adamı, şair, bilgin ve çok iyi bir matematikçidir. İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusudur. Yaklaşık bin yıl evvel yaşamış Büyük Selçuklu Devleti ünlü Veziri Nizamül Mülk ve Hasan Sabbah’ ın çağdaşıdır. Birçok ülkede adına dernekler kurulmuş, rubaileri batı dillerine çevrilmiştir.
Rubailerinde; devlet ve toplumsal örgütlenme biçimleri gibi hayata ve insana ilişkin konularda sınır tanımaz bir şekilde akıl yürüterek, içinde yaşadığı toplumun ve daha öncesi zamanlarda yaşamış toplumların kabul ettiği hiçbir kurala bağlı kalmamış, bir anlamda dünyayı, insanı, var oluşu kendi aklıyla baştan tanımlayarak kendine göre "evrenselliğe" ulaşmıştır. Hiç değilse ders alına.
Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!
Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.
Kendini satmayan adama ekmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşe… biri.
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Ha Belh’te ölmüşsün, ha Bağdat’ta hepsi bir;
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir.
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;
Sensiz daha çok ayların on dördü gelir.
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur, iyilik edersen.