Hz. Mevlana, “Hadi yaramı sarmaya merhemin yok. Yalandan da olsa Gönül alamaz mısın?” diye sormuş.
Hiç mi hatırı yok bu milletin?
Var tabi, zamanı gelince gönlü alınır diyenler olabilir.
Gönül alınması gereken öyle zamanlar geldi geçti ki, gönül alacak olanları çok bekledi, yollarını çok gözledi insanlar.
Gelen olmadı, gelemiyoruz diye mazeret belirtende…
Yalandan gönül almak dahi gerçekleşmedi bir türlü!
Sonrası ne mi oldu?
Hatır-gönül meselesi büyüdükçe büyüdü!
Karşıdan karşıya elmalı dağlar misali, uzaktan el sallamakla, yapacağız bir şeyler demekle gönül alınmıyor dedi insanlar!
Sonra da dediler ki; Varsa gönlümüzü almaya niyetli olan, işte meydan!
Gönül alınacak bir şey yok ortada babında birçok laf sıralandı. Çamlar devrildi! Gaflar patladı kürsülerde!
Güven sarsıldı, itimat ortadan kayboldu, gönül bir kez daha kahroldu!
Anladık ki, yaramızı sarması gerekenin, gelmeye niyeti yok!
“Taş ol, baş yar, kendi yaranı kendin sar” demeye gelen bir çuval laf dinledik, aldık kabul eyledik!
*****
Rahmetli Müzisyen Şecaattin Tanyerli, “Sana nerden gönül verdim” şarkısında,“ Sana nerden gönül verdim / Ah keşke vermez olaydım / Seni nerden sevdim keşke / Sevmez olaydım” demiş.
Bizim halimizi en güzel şarkı ve türkü sözleri anlatıyor.
Biz sevdik mi tam severiz diyenlerimizin kulakları çınlasın. Gönül verdiklerimizle, peşinden gittiklerimizle aramızda keşke diye başlayan cümleler çoğalmaya başladı!
Sevmek kavramıyla da artık başımız hoş değil! Aramız yok!
Sevmenin siyasetle ilişkili olan yönüyle barışık değiliz! Fena küstük diyenler var!
Ne demek fena küstük?
Barışmamız mahşere kaldı diyenlerde var! Ölüme dirime gelmesin, kapımı çalmasın, bayram da gelse, açmam kapımı gibi bir şeyler! Kalbimiz kırık çünkü! Az uz kırılmış değil! Defalarca üstelik! Ben küskünüm feleğe de, sevmeye de diyen diyene…
Orhan Baba, “ Kaderimin Oyunu” şarkısında; “Ne sevenim var, ne soranım var / Öyle yalnızım ki / Çilesiz günüm yok, dert ararsan çok / Öyle dertliyim ki” derken adeta bu günleri anlatmış.
Söz taşı hiçbir şeye benzemez! Ne zaman neyi vuracağı, kaç kişiyi vuracağı belli olmaz!
Söz mana yüklüdür. Zamanı sabırla bekler.
Beni der şu kadar zaman önce bir söyleyen olmuştu. O gün aşk diye okudunuz, aşktan dem vurdum sandınız, öyle yorumladınız. Bugün hali ahvalinizi anlatan bir hale büründüm!
Seveniniz yok, soranınız yok, yalnız hatta yapayalnızsınız! Çilesiz tek bir gününüz yok! Dert aramadığınız kadar çok, üstelik işin içinden kendi başınıza çıkmanız söz konusu bile değil, öyle bir dertlisiniz ki, dermanınız yok, çareniz yok!
*****
Edebiyatta, kırık kalpler sokağı diye bir tabir vardır. O sokakta, her ne varsa kırık kalplerle anlatılır, hayal kırıklığı haneleri dizilmiştir yan yana…
Her hanede ayrı bir dram, ayrı bir acılı ve acıklı hikaye….Her pencerede gözyaşı, her kapıda ahlar ve iniltiler. Ne kadar kalbi kırılan varsa, kalbi kırılmış varsa bir araya gelmişlerin sokağı diye anlatılır.
Neşe, sevinç, o sokağa sanki hiç girmemiş, hiç uğramamıştır!
Hep keder, hep elem, hep karamsarlık vardır o sokakta!
Hikayeleri hasrettir, özlemdir, yalnızlıktır, anlaşılamamaktır!
Hüzün yüklü bir atmosferi vardır o sokağın.
Güneş açmayan, güneş olmayan, güneşin giremediği, sisli, yağmurlu, kapalı bir hava…
Bu kadar da olmaz diyebilirsiniz!
Bu kadar da olmaz zaten!
Lakin hiç bu kadar kalbimiz kırılmadı diyen insanlar da bizim insanlarımız!
*****
Edebiyat kırık kalpler sokağını abartmış olabilir. Abartmalara ve abartılı anlatımlara bayılanlar için, kırık kalpler sokağı ve benzerleri vazgeçilmez olabilir. Hikaye başka, roman başka, gerçekler çok daha başkadır denmiş! Bizim yaşadığımız sokaklar, kalbi kırık olanların ziyadesiyle çok olan sokaklar haline geldi.
O sokakları beton sitelerle karıştırmayın…O eski, vefakar, samimi, içten mahallelerimiz yok artık! Komşusu hasta olduğunda başında bekleyen, hastaneye gitse, başında refakatçı kalan, kimin ne derdi olsa halleden o komşularda sizlere ömür!
Onlardan geriye kim kaldı, ne kaldı diye soranların alacağı cevapta yok ortalarda!
Biz son yıllarda kalbi en fazla kırılmış insanlarız!
Bizi anlayan olmadı! Dinleyen olmadı! Halimizi gördükleri ve bildikleri halde yanımıza gelen olmadı!
Azarlandık! Baştan savıldık! Ulaşmamız gerekenlere ulaşamadık! Aralara dağlar girdi, dikenler, kara çalılar girdi!
Sonra anlat, sonra konuş dendi hep! O sonra denilenlere bir türlü sıra gelmedi, gelme ihtimali zayıf, hatta hiç yok! O sonra denilenler birikti-birikti işin içinden çıkılamayacak bir hale geldi!
Öyle olunca da, sokaklarımız kırık kalpler sokağına dönüştü, kendiliğinden!
Aramızdaki bağlar koptu. İletişim kayboldu…Bizi 7/24 arayabilirsiniz diyenlerin telefonları kapalı!
*****
Şimdi; Kapımız ne zaman gelseniz size açık diyenlerin kapısının önünde iznin var mı, randevun var mı, ne derdin varsa önce bana anlat, ben önemli görürsem seni görüştüreyim diyen sorgucular var!
Fi tarihinde bir Marko Paşa vardı ya hani! Dert anlatılan, kapısına varılan!
Şimdi o da yok! Bir hayli zamandır kayıp! Öldü diyen var, şimdi çok uzaklarda, istese de gelemiyor diyenler de!
Neyi tutsak elimizde kalıyor! İnsanlar üzüntüden, kederden dalıp-dalıp gidiyor!
Hiç bu kadar kalbimiz kırılmamıştı bizim diyerek!
Gönül kime küser?
Kime kırılır?
Kime gönül koyar?
Sevdiğine diyeceksiniz değil mi?
Madem öyle!
Hiç mi hatırı yok bu milletin?