Bazı şeyler için çok çabuk karar veriyoruz. Çünkü bir adım ötesine bakmıyoruz, bir adım ötesinde veya görünenin arka kısmında neler var, gelişen olayların ne gibi değer taşıdığını, ne anlatmak istediğini görmüyoruz ya da görmezden geliyoruz. Çünkü düşünme ve sorgulama yetimizi kaybetmişiz. Sebep ve nedenleri araştırmak hiç işimize gelmiyor, olaya ve şekle göre karar veriyoruz.
Dışarıdan görünen, hiçbir zaman gerçeği yansıtmıyor. Çünkü hiç birinin hikâyesini bilmiyor ve meydana geliş nedenlerinden haberimiz olmadığı gibi hiçbir şeyin de mükemmeliyet arz etmediğinin farkında değiliz.
Her gördüğümüz insana sınırsız güveniyor, sırrımızı açıyor, sakladığımızın sır olmasını ortadan kaldırıyoruz. Uzun yıllar dost olarak gördüğünüz insanın bile zamanla gerçek yüzünün, gelişen olaylara ve zamana göre değiştiğini görebiliyorsunuz. O kadar ki, neler yaşadığınızdan bile bihaber olarak vurdumduymaz olabiliyor. Ne kadar yakın olursanız olun, insanlara vermiş olduklarınız, onların algılamasına ve menfaatlerine göre değerlendiriliyor.
Sevdiğiniz veya sevildiğinizi sandığınız insanların, hayatınızda ne kadar önem taşıması gerektiği ölçüyü koymuyor, belki de gereğinden fazla taviz veriyorsunuz. Ama sonuçta, gördüğünüz ihanetle mükemmel sandığınız dostluk ve yaşadığınız hayatın, gerçekte ne kadar boş olduğunu kabullenmek zorunda kalıyorsunuz. Yani hayatla, dost sandıklarınız sayesinde yüzleşiyorsunuz ve güven duygunuz ölüyor.
Güven duygusunun ölmesi, size hayata farklı adımlar atmayı öğretiyor. Aslında en büyük tehlike bu güven duygusunun ölmesiyle başlıyor. Kabullenmek ve uygulamak zor olsa da kendinizi kontrol altına almayı, fedakârlıklardan kaçınmayı ve bazı şeyleri uygulamanızın gerekliliğini ortaya çıkartıyor. Olmaz dedikleriniz oluyor, sıradanmış gibi davranmaya başlıyorsunuz. Terk edilişler ve unutulmuşluklar, sizi de unutmaya, yeni arayışlar içine girmeye ve insanlara karşı seçici olmayı öğretiyor.
Fakat gün geçtikçe hayat biraz daha karmaşık hâle geliyor. Çözümsüzlükler baş gösteriyor. Kendinizi bir daire içerisine hapsediyorsunuz. Tek çözümünüz, yalnızlık oluyor ve insanlardan kendinizi soyutlamanız gerektiğini düşünüyor, uygulamaya geçiyorsunuz. Ya da “herkes kendi hayatını yaşar” felsefesiyle kimin ne yaptığı veya ne durumda olduğunu görseniz bile sorgulamaktan, yardım etme düşüncesinden yoksun olup uzaklaşıyorsunuz. Çünkü sizce, dost ve yardımlaşma kavramı yok olmuş, içi boşalmış, rutin bir hayat düşüncesi ve kendinize yönelik öncelikleriniz oluşmaya başlamıştır. Bu düşünceyle yanlış olan bir çizgiye saplanırsınız aslında. Aramayanı aramaz, gelmeyene gitmez, vermeyene vermeme düşüncesi hâsıl olur. Bir müddet böyle gider. Ama bunu başarmak karakterinize ters düşer. Ne kadar kendi kabuğunuza çekilseniz de ne kadar yaralanmış olsanız da içinizde var olan vicdan düşüncesi, sizin yine eski halinize dönüşünüzü sağlar.
Yani görünenle göstermek istediğiniz farklılaşır. Ama yalnız olmanın insana vermiş olduğu o kadar değerli bir yaşayış ve unutturduğu şeyleri tekrar hatırlatma gibi bir durumu var ki, bunu da abartmadan hayata ve topluma tekrar dönmek gerekir. Güvenseniz de güvenmeseniz de. Peki, yalnız olarak zevk alabileceğiniz neler var hiç düşündünüz mü?
Değerlendirecek o kadar çok şey var ki, bunları kaçırıyoruz. Kendi kendimizle baş başa kalmayı unutuyoruz. Aslında hayatımıza anlam katan bazı şeyleri tekrar hatırlamamıza yardımcı olur. Mesela kendi kendinizi ödüllendirme adına, hiçbir plana bağlı kalmadan, kimsenin yönlendirmesi olmadan sadece içinizden geldiği gibi isteklerinizi gerçekleştireceğiniz, yanınızda kimse olmadan sinemaya gitmeyi, bir müze gezintisi yapmayı, tek başınıza bir restoranda kendinize bir yemek ısmarlamanın keyfini küçümsemeyip kendinizi önemli kılmayı deneyin. Çünkü gün boyu insanlarla birliktesiniz ve onların problemleriyle sizde problem yaşıyorken, bunlardan belli bir müddet kurtularak kendinize zaman ayırmak gibi önceliğiniz olmalı. Sizi, sizden başkası sizin gibi anlayamaz. O yüzden değerinizi bilin, yalnız da olsa kendinize kaliteli bir zaman hediye edin.