Hayatın ciddiye alınacak pek bir yanı yok; üstelik ciddiyet ve sahicilik veçheleriyle yüklenince bu gerçek daha da bir sırıtıyor, pis pis. Bunu tam da bu çağda rahatça söyleyebilirim. Ne söylemesi, kulakları sağır edercesine haykırmalıyım belki de; “ne ciddiyeti, hangi ciddiyet!”
Milyarlarca insanın, yüzlerce ülkenin sanki tek birey ve yardakçısı bir embesilin başında bulunduğu lağım çukuru bir dünya gücü müsveddesi tarafından kafasına göre yönetildiği bir dünyada onca ciddiyet, onca kafa takıntısından sonra geldiğimiz nokta tam da bu işte!..
İsrail diyorum, Netanyahu diyorum, Filistin diyorum, anlıyor musunuz?
Ancak birazdan bahsedeceğim bir şapşal kadar ciddiye alabilirim ciddiyetinizi de, demokrasi getiren anlayışınızı da. Rahmetli Sinvar’ın elinde tüfek olan bir çocukla fotoğrafına yorum yapmış bu zat; ‘çocukların eline silah değil de kalem vermeye devam ettikçe ölmeye devam edeceksiniz’ diye. Filistinli edebiyatçıların, Gazze halkının okumaya düşkünlüğünden ve ellerine kalem kitap verilmiş sözde uygar ülkelerin lânetli ve ödlek bir ülke müsveddesinin arkasında saf duruşundan bîhaber/ilgisiz, bütün alçakça sıfatları hak eden bir müptezele kızdık, ciddiye aldık da ne oldu?
Yenidoğanlar çetesi, fırsatçı esnaf ve zincir marketler, üç harfliler, neden öldür(ül)düğünü bilmeyen zavallılar, rızka kefil Yüce Yaradana meydan okurcasına(haşa) yapay ete ve başka çarpıklıklara sürüklenen dünya, ailenin ele geçirilişi ve her gün bizi şaşkınlığa düşüren, yahut şaşkınlığı insanlık hafızasından silen akıl almaz işler.
Sevdiğimiz, değer verdiğimiz, önemsediğimiz kişilere ne demeli peki? Faydalı ve iyiye sağır sürüden bigâne bizleri şaşırtan, daha doğrusu üzen, değişen ama bunu ters istikamette yapan kalemlere ne diyeceğiz pekâlâ? Meselâ; ‘…radyo kapatılmasın, çoksesliliğe halel gelmesin!’ şeklindeki paylaşımın sahibi yiğide(!) Bu sevdiğimiz kişi aslında hep mi böyleydi, sonradan mı oldu, güç sarhoşluğuna mı evrildi acep? Türkçe edebiyat hezeyanları, Sezai Karakoç ve İsmet Özel’i görmezden gelmelerde vs. neredeydiniz bayım diye sor(a)mayacak mıyız? Yoksa sui zanla ilişki içinde bulunduğu kesimlere hoş görünmek sevdası deyip geçecek miyiz?
Bu ve daha saymaya lüzum görmediğimiz onca garabet karşısında edebiyatçı, özelde şair nasıl bir tavır takınmalı, nasıl mücadele etmeli, şanlı mücadelenin bayraktarlığını yapmalı?
Atakan Yavuz’un şair sorumluğuna dair düşünceleri desem, absürt şiir desem, Ertuğrul Rast’ın övülesi öncülüğü desem, Buzdokuz desem!..
Başlayalım…
&&&
Başlarda çok saçma ve anlamsız bulduğum, pek de hazzetmediğim ama şükür ki inatla ilgilenmeye devam ettiğim yeni şiire, “Buzdokuz”cuların sıradışı çalışmalarına epeydir müptelâyım. “Buzdokuz”, beşinci yılında ‘absürt şiir’le girişte anlattığım sahte çağa ve kahramanlarına meydan okuyor.
Bitmez tükenmez çalışma aşkını ve bunun neticesinde vücut bulan çalışmalarını ilgiyle ve istifade ederek okuduğum Ertuğrul Rast hazırlamış dosyayı. Genel bir sunuş/hitap yazısı yayınlamasını arzu ettiğim/doğru bulduğum Hayriye Ünal’ın beşinci yıl seslenişinden sonra giriş yazısında absürt şiirin kökenlerine, ana hatlarına, Türk şiirindeki yansımalarına özlü bilgi ve değerlendirmelerle yer vermiş Rast.
Nükte, alay, beklenmedik son, abartı, çözümsüzlük, kara mizah, paradoks, akıldışılık, yabancılaşma destanı yazan absürt şiirin şiirimizdeki bayraktarları Orhan Veli, Can Yücel, Murat Menteş vs. değerlendirmeleri yanında çevirisini de çoğunlukla Ertuğrul Rast’ın yaptığı kimi 19. yüzyıldan kalma şairlerin zekâ parıltısı dizeleri gözünüzü kamaştıracak.
Absürt şiirlerin ilkinde Hayriye Ünal, okuyucusunu İsviçre’ye götürecek. Uygarlık anlayışı ve maddi refahı ters orantılı bu uygar(!) ülkenin makyajı silinecek ‘Nedense’de.
Gökçe Özder’le ölüm hasılasını toplayacağız, Emre Söylemez’se ‘Cif’le temizliğe girişecek. Sema Türkmen, ‘Oh Cenneti’nde arayanları ve delirenleri ağırlarken, Yusuf Araf sanal dünya çukuruna toprak atacak. Kadir Tepe bankaları ve saz arkadaşlarını rahmetle anacak, onları ‘Muazzam Terk’ işlemine tabi tutacak. Şiiri de isminin yazılışı gibi özgün ve afilli Utku’can Yazıcı bir not ve bir soru bırakacak son tahlilde: “bir ömür yaşa istersen İstanbul’da her zaman yenisin.”/ “ ne bileyim lan bir mendil ne b.k yemeye kanar?
Bu sayının çok katmanlı katkı sunan şairlerinden biri de Mert Özden. “Kedinin ceketinde rozet varsa/ Jakuzide rahat uyurmuş… Ben bu kediyi çok sevdim canımdan çok/ Ben bir seçmenim/ Kürkünü beslemeye ant içerim” dizeleriyle eleştirinin, memnuniyetsizliğin edebiyatla nasıl harikulâde bir şekilde dillendirileceğini ispatlıyor, Özden.
Çok sevdiğim ve değer verdiğim bir başka insan Yusuf Koşal, ‘Dünyanın altı üstü sakız-kız’ gibi dizelerde ses oyunlarıyla sağladığı ahenkle ağlanacak haller silsilesine bıyık altından bir gülümseme, sonra da alaya alma imkânı sağlıyor.
Her biri tek tek değerlendirilmeye ziyadesiyle lâyık. Bir kazancım da ıskaladığım birçok şairi şiir dünyama katmak oldu. Çok sevdim şiirleri, bazı mısraları sırılsıklam hem de.
Yabancıysanız absürt şiire, Buzdokuz şairlerinin tarzına sabredin, benim gibi inatla sürdürün ilginizi. Ne olacağını göreceksiniz!..
‘Hikâye Hastalığı’na yakalanan(!) Ertuğrul Rast’ın dediği gibi; “bu hikâye daha bitmedi”
Ne bitmesi Ertuğrul, yeni başladı(nız). Ortam hazır, asayiş nâ berkemal, meydan sizin. İsyanınızla, itirazınızla, meydan okumanızla ve dahi ironilerinizle bizi şaşırtmaya, sarsmaya devam edin ve asayişi sağlayın.
Teşekkürler Kemal Koç, Hayriye Ünal, Atakan Yavuz, Ertuğrul Rast, Burak Ş. Çelik, Hakan Şarkdemir, Hasan Bozdaş, Zeynep Arkan… hepiniz. Bu sayının ve yer aldığı her sayının, her derginin zenginliği Osman Özbahçe; siz de sağolun, varolun…
Buzdokuz ve Ebabil el ele, göz göze, diz dize. Natama ile yol arkadaşlığına devam, Şiir Versus müphemleşse de. İş kıymet bilen okura düşüyor…
Aynı çağda yaşamaktan, sizleri tanımaktan bahtiyarım; sevenleriniz gibi.
Yolunuz, bahtınız açık olsun, hep bizimle kalın; biz de şiirle…