Hz. Mevlâna’ya göre şehvetin açık olanı ve herkesçe bilineni mal, mülk ve kadın sevgisidir. Gizli olanı ise övülme arzusu ve beğenilme duygusudur. Bu ise kibre yol açar. Kibir elbisesi kimseye yakışmaz ama bazıları üzerinde daha da sırıtır.
Bir gün fare çayırda ipini arkasında sürüye sürüye otlayan bir deve görmüş. Fare bu ya, kemirecek bir şey görür de durur mu? Hemen başlamış ipi ağzına alıp kemirmeye. O ipi çekiştirmeye başlayınca uysal devemiz de usul usul ardından gitmeye koyulmuş.
Fare bakmış ki koca deve peşine takılmış geliyor, bir hoşuna gitmiş, bir kibirlenmiş ki demeyin gitsin. Böylece o önde bu arkada epey bir müddet dağ bayır gezmişler. Nihayet yolları bir dere kenarına gelince fare derin sudan ürkerek durmuş.
Deve; Eee fare kardeş ne zamandır seninle dağ tepe dolanıp duruyoruz, hadi şimdi de şu sudan öbür yana beni geçiriver demiş.
Fare; Aman, deve ben bu sudan nasıl geçerim! derinliğini görmüyor musun? Geçmeye kalksam boğulur, giderim demiş,
Deve ayağıyla şöyle bir yoklamış ve demiş ki; Neresi derin canım, ancak dizime geliyor
Ama dizden dize fark far. Senin dizine gelen su, benim bin kere başımdan aşar!
Deve bunun üzerine; Madem şimdi kibrini bırakıp, aczini itiraf ettin, o halde sırtıma atla da seni karşıya geçireyim; bizim gibilerin şanı, senin gibi düşmüşlere merhamettir cevabını vermiş
Şimdiki kahramanımız kibrinin aç bıraktığı bir gösteriş budalası. Hemen hikâyenin başında şunu belirtelim ki mesaj anlaşılsın. Efendim, Hz. Mevlâna’ya göre fareden kasıt dünya ehlidir; suda yani temiz yerde yaşayan kurbağa ise şeriat ehlini temsil etmekte. Neyse efendim, bir müddet sonra bu ikili arsındaki dostluk öyle ilerlemiş ki, gece gündüz birbirlerinden ayrılmaz olmuşlar. Fare bir gün arkadaşına şöyle demiş; “Kurbağa kardeş! Seninle dostluğa doyamıyorum, ama bir gün beni terk edersin diye de korkuyorum. Bu korkudan kurtulmak ve istediğim her an seni yanımda bulmak için bir teklifim var. Gel bir sicimle ayaklarımızı birbirine bağlayalım, böylece her an birbirimizden haberdar olalım.”
Bu teklif kurbağanın pek hoşuna gitmemiş ama berikinin ısrarına da dayanamamış. Böylece bir yandan istenileni yapmış ama diğer yandan ayağından karaya çekilmemek için de tetikte duruyormuş.
Bu hal böylece süredursun bir gün alaca bir karga aniden şimşek gibi gelip fareyi kaptığı gibi havalanmış. Tabi onunla birlikte ipin ucundaki kurbağa da yükselmiş. Görenler bu hale şaşırarak; Su ehli olan kurbağa nasıl karganın yemi olur demişler. Kurbağa da lisan-ı hal ile şöyle cevap vermiş; Ben bunu hak ettim. Zira su halkından olduğum halde hemcinslerimi bırakıp karada yaşayanlarla arkadaşlığa kalktım. Toprakta gezenle arkadaş olanın lâyığı budur.
Dostluğun zararlı olması için arkadaşın mutlaka kötü niyetli olması da gerekmez; onun ahmak olması kafidir. Büyük bir yılan bir ayının vücuduna dolanmış, sıkıyordu. Aslan gibi cesur genç bir adam ayının yardımına koştu ve onu yılandan kurtardı. Ayı, gencin fedakarlığını görünce peşine takıldı. Genç adam yorgunluktan başını bir yere dayayıp uyumaya başladığında, ayı gönülden bağlandığı bu gencin başında gözcülüğe koyuldu
Oradan geçen biri bu durumu görünce ‘Ey kardeşim! Bu ne hal! Başında bu ayının ne işi var?’ diye sordu.
Genç adam olup biteni anlattı. Adam ‘Sakın aptallık edip de ayıya fazla güvenme. Aptal dost, akıllı düşmandan daha kötüdür. Ne yapıp edip onu başından uzaklaştır’ dedi.
Genç, adamın kendisini çekemediğini düşünüp ‘Sen onun ayı olduğuna değil, bana sadakatine bak!’ diye söylendi. Akıllı adam, lahavle çekerek o aptal gencin yanından uzaklaştı.
Bir müddet sonra genç yeniden uykuya daldı. Ayı da başında durmuş sinekleri kovalıyordu. Aralarından bir tanesi çok inatçıydı, uçuyor, sonra yine gelip gencin suratına konuyordu. Ayı birkaç kez sineği kovaladı. Sinek inat edermiş gibi gelip gencin suratına kondu. Ayı sineğe çok sinirlendi, ağır bir kaya alıp gencin yüzünün üstünde duran sineği ezmek için taşı fırlattı. Kaya uyuyan gencin kafasını dümdüz etti. (Kaynak: Tekin Kılınç / Mevlana’dan Torunlarına Yol Rehberi / bkz: 224-227)