Avusturya’nın başkenti Viyana'ya 2003 yılında gitmiştim.
PKK'ya kol kanat geren ülkelerden biri olması dolayısıyla Türkiye'nin gündeminde olan bu ülke, bizim açımızdan hiç yabancı bir ülke değildir.
Biz, bildiğiniz gibi Osmanlı olarak Viyana kapılarına Mesnevi okuyarak ve pilav yiyerek dayanmıştık. Viyanalılar, daha doğrusu Batılılar bizi gayet çok iyi bilir ve tanırlar.
Avusturyalılar ve dolayısıyla Batılılar en çok neden korkarlar biliyor musunuz?..
Osmanlı'dan ve Türkler'den.
Düşmanca tavırlar sergilemeleri bu sebepledir.
2. Viyana Bozgunu’ndan sonra kellesi koltuğunda Dersaadet’e dönen Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683’deki II. Viyana Kuşatması’nda o muhteşem Otağını, benim çıktığım bu tepeye kurmuş. Bu tepeden Tuna nehrini ve Viyana'yı seyretmek o kadar güzel ki...
Bu tepeye çıktığınızda ayaklarınızın altından akıp giden o yeşil Tuna'ya ve Viyana şehrine baktığınızda; “Osmanlı gerçekten büyük bir devletmiş” diye içinizden geçirir, ecdadınızla gurur duyarsınız.
Tabii ki tarih bilinciniz varsa…
Tuna Nehri'nin Viyana'dan başlayıp Sırbistan'a kadar devam eden görkemli bir kıyısı vardır ki, yürüyüş parkurunun bulunduğu bu kıyıya Sultanlar Yolu da denilir.
Tarihin Dönüm Noktası…
İngiliz tarihçi yazar John Stoye, Osmanlıların Viyana Kuşatması'nı anlatan “The Siege of Vienna” adlı eserinde, “Viyana'nın 1683 yılında Osmanlılar tarafından kuşatılması Avrupa tarihinin dönüm noktalarından biridir. Bu olay Kızıl Ordu'nun 1945'teki işgaline kadar Batı Hristiyan âlemine son ciddi tehdittir.” der.
Bilindiği üzere 1. Viyana Kuşatması, 1529’da 1. Süleyman döneminde gerçekleştirilmişti. II. Viyana Kuşatması ise, 1683 yılında IV. Mehmet devrinde gerçekleşti. 17. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Avusturya Arşidüklüğü arasında yapılan savaşların en uzun süreni bu kuşatma ile başladı. Osmanlı Ordusunun Viyana’yı almalarına ramak kala bozguna uğramasını tarihçiler, “yapılan zamanlama hatası ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın şehri zenginlikleri ve bozulmamış haliyle ele geçirmek istemesi, kuşatma devam ederken Lehistan Kralı Sobieski'nin 120 bin kişilik yardım kuvvetini, Kırım Hanı Murad Giray Han'ın durduramaması” olarak ifade ediyorlar.
***
Osmanlının bu hezimeti Avrupa’da büyük sevinçle karşılandı. Artık Osmanlıların yenilmez olmadıklarını gören Avrupa, karşı hücuma geçti. Psikolojik savaş olarak da Osmanlı üzerinde büyük bir kayıp, Avrupalılarda ise büyük bir kazanç olarak değerlendirildi. Bu savaş sonucunda Osmanlının gerileme devrine girdiği kabul edilmektedir. Böylece Türklerin Sakarya Muharebesi’ne kadar sürecek bir geri çekilme süreci başlamış oldu.
***
Hilâl-Haç arasındaki mücadele dün nasıl var idiyse, bugün de Hak-Bâtıl arasındaki kavga var gücüyle devam ediyor. Kıyâmete kadar da devam edecek.
Dün Viyana kapılarına kadar dayanan Osmanlı’nın torunları olarak bugün, geçmişimizden alacağımız ibret levhalarıyla birlikte yolumuzu, günümüzü ve geleceğimizi tayin etme şuur ve iz’anına sahip olmalıyız.
Günümüzde, Avusturya’nın neden PKK’lı teröristlere kol kanat gerdiğini öğrenme, bilme ve görme noktasında geçmişi irdelememiz ve tarih biliminden yararlanmamız gerekiyor.
Dün Viyana önlerinde Osmanlı Ordularının bozguna uğraması neyse…
15 Temmuz’da TSK’nın içinden bir gurubun çıkarak kendi halkına tank, helikopter ve uçaklarla saldırması ve bu darbe girişimine, ordunun içindeki vatansever askerler ile Türk halkının büyük bir mukavemet göstermesi ile FETÖ ve avenelerinin püskürtülmeleri karşısında Batılı devletler, acaba neden sessiz kaldılar?
İşte bunun cevabını bulmak için de tarihe bakmakta fayda var.
AZİZİM DİYOR Kİ…
“İbret alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi?”
Demek ki tekerrür ediyor.
Tekerrür ettiğine göre; Osmanlı’nın günümüzdeki devamı olan Türkiye’yi ilelebet yaşatmak, koruyup kollamak için siyaseten, iktisaden ve askeri olarak bu coğrafyada güçlü ve kuvvetli olmak zorundayız.