Uzun uzun zaman önce memleketin birinde çabuk kızan, çabuk öfkelenen, hırçın mı hırçın insanların yaşadığı bir şehir varmış. Olaysız gün geçmezmiş. Bazen öyle olurmuş ki, olaylardan o kadar çok insan suçlu bulunurmuş ki, zindanlar dolar taşarmış. Neredeyse birbiriyle kavga etmemiş tek bir insan yokmuş. Aralarında ne akrabalık ne de komşuluk varmış. Ne yapıldıysa, insanlar sakinleşemiyorlarmış. İnşaat işlerinde uğraşan hırçın bir genç varmış. Onun ne zaman kızacağı, kimin kafasını gözünü yaracağı belli olmazmış.
İnşaatta çalışırken yok yere birine sinirlenmiş. Adamı yerden yere çarpmaya başlamış. Dur demişler adam ölecek demişler. Elinden almışlar adamı. Bu seferde o adamı elinden alanlara vurmaya başlamış. Çok geçmeden muhafızlar gelmişler. Bu seferde muhafızlara saldırmış. Muhafız başı muhafızlara saldıran gencin dikilmiş karşısına öyle bir yumruk atmış ki, hırçın delikanlı bir daha yerinden kalkamamış. Gözlerini açtığında bir de bakmış ki zindanda.
Kendine gelince, ben niye buradayım diye zindancılara saldırınca. Zindancılar delikanlıyı öyle bir dövmüşler ki, öldü diye zindanın karanlık bir köşesine atmışlar. Zindana derin bir ölüm sessizliği çökmüş. Zindandakiler, tövbe demişler, bir daha kimseyle dalaşmayacağız. Sonumuzun şu delikanlı gibi olmasını istemiyoruz. Zindancılardan biri gelmiş delikanlının başına bu ölmüş demiş. Alın şu kendini bilmezin ölüsünü. Atsınlar kurdun kuşun önüne.
Bir at arabasının içinde hareketsiz yatan delikanlıya ne akrabaları ne de komşuları sahip çıkmış. Su testisi su yolunda kırılır demişler. Öldü de kurtulduk hem biz hem şehir. Zindancılar arabacıya, bu belanın cesedini uçurumdan aşağıya fırlat at, parçası bile bulunmasın diye de söylemişler. Arabacı bir yarım saat yol gittikten sonra gelmiş o civarın en berbat uçurumunun kenarına.
Delikanlının cesedini alacakken bir de bakmış ki, nefes alıyor. Yaşayana kıymak bana yakışmaz demiş. Delikanlıyı bir ağacın dibine bırakmış, varsa kaderinde yaşamak biri gelir bulur seni demiş. Çekmiş gitmiş oradan.
Delikanlı gözlerini açtığında kendini bir köy evinde bulmuş. Doğrulmaya çalışmış olmamış, konuşmaya çalışmış sesi çıkmamış. Yaşlı bir adam dikilmiş başına. Bana demiş şifacı derler. Seni buldum. Getirdim köyüme. Bir aydır böyle yatarsın. Kırılmadık kemiğin kalmamış. Adamlar çeneni bile kırmışlar. Merak etme konuşacaksın da ayağa da kalkacaksın. Ne olduğunu da bana anlatacaksın.
Aradan bir ay daha geçmiş. Delikanlı ayağa kalkmaya birkaç adımda olsa atmaya başlamış. Olan biteni zorda olsa şifacıya anlatmış. Şifacı bak evlat demiş, bundan böyle sende şifacı olacaksın. Ne biliyorsam sana öğreteceğim. Lakin bundan böyle kızmak, öfkelenmek, hırçınlık yapmak sana yasak. Sabırlı olacaksın. Dinlemeyi öğreneceksin. Bir de hoşgörüyü elden bırakmayacaksın. Elin kimseye kalkmayacak. Küfretmeyeceksin. İntikam almayacaksın. Değilse aynı insanlar bu sefer yarım kalan işlerini tamamlamaya gelirler. Akıllı ol, uslu dur.
Delikanlı bir ayna istemiş. Aynaya bir de bakmış ki yüzü adeta kendi yüzü değil. Yarası beresi geçmemiş. Ölümün kıyısından nasıl döndüğünü her geçen gün daha da iyi anlıyormuş. Şifacı, delikanlı demiş, seni bu köyden bir kızcağız ile evlendireceğim. Bu kızın kimsesi yok. Bütün yakınları bir kervan yolculuğunda haramiler tarafından öldürüldü. Onu bizim köylüler bulmuşlar. Büyüttüler. Şimdi de evlenme çağında. Sen kimsesiz, o kimsesiz birbirinize destek olun. Delikanlı olur demiş. Evlenmişler o kızcağızla. Kızın ağzı var dili yokmuş. Çok iyi huyluymuş. O da kocasıyla birlikte şifacılık yapmaya başlamış.
Aradan bir sene kadar geçmiş. Şifacı ve yanında yetiştirdiği şifacı karı kocanın ünü delikanlının ölümlerden döndüğü şehre kadar ulaşmış. Şehrin Beyi, çok hasta olan on yaşlarında ki oğlu için şifacıları şehre davet etmiş.
Delikanlının karısı ve şifacı çocuğa bakarlarken, delikanlıyı da bazı otlar bulması için aktara göndermişler. Delikanlı aktarları dolaşırken, kendini en fazla hırpalayan yerden yere vuran zindancılardan biri de o aktarlardan birine girmiş. Aktar demiş, anam çok hasta bildiğin bir şifacı yok mu? Delikanlı ben demiş şifacıyım. Zindancı, seni demiş bana Allah gönderdi, gel gidelim.
Varmışlar zindancının evine. Şifacı delikanlı kadının rahatsızlığı için otları karıştırmış, kaynatmış yaşlı kadına içirmiş. Yaraları için heybesinden merhem çıkarmış, bunları demiş sürün. Biz birkaç gün daha Beyin konağındayız, bir şey olursa gel beni bul demiş. Zindancı sen demiş o meşhur şifacının çırağısın ha…Çırağı ustasını geçti diye anlatırlardı demek sen osun ha…Dile benden ne dilersin demiş. Delikanlı, zindana düşenlere iyi davranmanı dilerim demiş. Bırak da zindandakiler sizin elinizden ölmesinler. Eceli gelen gitsin. Zindancı bu mu senin isteğin demiş. Sen şimdi akçe falan istemez misin? İstemem demiş delikanlı.
Sonra çıkmış o evden gelmiş şifacının yanına. Karısı nerde kaldın demiş. Öldüm korkudan başına bir şey geldi diye. Şifacı, korkma kızım demiş. Senin bu kocan aslında işlenmemiş bir maden gibiydi. Etrafındakiler vur demişler vurmuş, söv demişler sövmüş döv demişler dövmüş. Hırsı, öfkesi ve hırçınlığı sürekli körüklenmiş. O kavga ettikçe kimi bundan haz duymuş, kim ölüp gitsin diye onu ateşe atmış. Onu uçurumun kenarında bulduğumda ölmek üzereydi. Kendi ustamdan yardım aldım. Üç tane hekim geldi köye. Ne biliyorsak uğraştık. Ömrü varmış, ayağa kalktı. Bak senin de kocan oldu. Bundan böyle insanlar onun elinden ancak ve ancak şifa bulur. Hiç korkma.
Birkaç gün sonra Beyin oğlu ayağa kalkmış. Sağlığına kavuşmuş. Bey Şifacı Baba demiş. Size bu şehirde bir ev vereyim. Oğlunla ve gelininle oturun, hem de şehirde kim şifaya muhtaç onlara bakın. Adamlarım emrinize amade. Altın akçe ne isterseniz ben karşılayacağım. Şifacı biz kendi aramızda bir konuşalım. Bir saate kadar kararımızı size bildirelim Beyim demiş.
Oturmuş konuşmuşlar. Delikanlı zindancının anasının derdine nasıl çare bulduğunu anlarmış. Şifacı o zaman demiş, bir süre bu şehirde kalalım. Bak göreceksin seni tanıyan olmayacak. Ben Beye, delikanlı oğlum, karısı gelinim dedim. Aman ha…Delikanlı sen demiş benim zaten babamsın. Ben ne babamı tanıdım ne de anamı. Beni karı koca iki ihtiyar büyüttü. Karısı da sen de demiş benim babamsın Şifacı Baba.
Birkaç gün sonra kapıları çalınmış. Delikanlının mahallesinden bir adam gelmiş. Şifacı demiş. Ölmek üzere olan yaşlı bir kadın var. Karı koca takılmışlar adamın peşine. Birkaç yıl önce delikanlının yaşadığı eve gelmişler. Adam işte bu ev demiş. Belki de öldü zavallı. İçeriye girmişler. Kadına ilk müdahaleyi yapmışlar. Kadın birkaç saat sonra kendine gelmiş. Kocam demiş geçen sene öldü. Biz demiş yıllar önce bir şehrin Bey konağından bir çocuk çaldık.
Bey bizi şehirden kovmuştu. Bizde şehirden ayrılmadan önce, bir yaşlarındaki oğlunu aldık çıktık. Önce uzak bir diyara gittik. Çocuk beş yaşlarına gelince, bu şehre geldik. Kocam bu şehirdendi. Bu arada o Bey bu şehre geldi. Evladını çok aradı bulamadı. Tehditler savurdu. Bizde onun oğlunu hırçın, öfkeli, kavgacı ve küfürbaz bir genç olarak yetiştirdik.
Dövüldüğünde dövdük. Dövdüğünde sırtını sıvazladık. Sonra bela bir çocuk oldu. Sonunda zindanda öldü. Ölüsünü uçurumdan aşağıya atmışlar. O beye haber saldık. Bey geldi, ölüsünü bulamadım dedi. Kocamın sıktı boğazını. Adam üç gün sonra korkusundan öldü. Beyde çekti gitti şehirden.
Delikanlı o genç benim dememiş. Karısıyla şifacının yanına gelip her şeyi olduğu gibi anlatmışlar. Şifacı, hemen Beyin yanına gitmiş. Beyim demiş anlatmış her şeyi. Bey evet demiş, o Bey geçen sene buraya geldi. Demek ki aradığı evladı bu delikanlıymış.
Anlatırlar ki; Şehrin Beyi, delikanlının Bey olan babasını davet etmiş şehrine. Babayı yıllar sonra evladına kavuşturmuş. Bey hem gelinini bağrına basmış hem de şifacıyı. Hep birlikte Beyin şehrine gitmişler. Bey beyliği bırakmış oğluna. Delikanlı hem Bey olarak hem de şifacı olarak şehrine karısıyla ve şifacı ustasıyla öyle yardımcı olmuş ki, ahali hırçın gencin, nasıl şifacı olduğunu, nasıl Bey olduğunu asırlarca anlatmış durmuş.
Şehir şehire, hırçın hırçına, öfkeli öfkeliye, kavgacı kavgacıya, şifacı şifacıya, ana anaya, Bey Beye, köy köye, delikanlı delikanlıya, gelin kız gelin kıza, zindancı zindancıya, ahali ahaliye benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…