Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, debbağlarıyla ünlü bir şehir varmış. Çizme ve çarık yaparlarmış. Onlara önce etükçi derlermiş. Daha sonra bu sanatı icra edenlere kavaf denmeye başlamış. Etükçi kavramı daha sonra, kelikçiye dönmüş.
Bu kavaflar Çizmeci diye, Nalıncı diye, Yemenici diye, terlikçi diye, pabuççu diye ayrı meslek dallarına ayrılmışlar.
Şehir bu konuda öyle ünlenmiş ki, memleketin her tarafına giden çizmeler, çarıklar, yemeniler, pabuçlar bu şehirden gidermiş.
Şehrin en büyük camisine özellikle Cuma günleri hırsızlar dadanmış! İyi durumda olan çizmeleri, çarıkları, pabuçları çalıp götürürlermiş. Bu hırsızlık bir olmuş, iki olmuş, üç olmuş, hatta vakit namazlarına gelenlerin çizmeleri, çarıkları çalınır olmuş.
Çizmesi, çarığı çalınanlar, caminin şadırvanında bulunan takunyaları alıp, evlerine götürür, sonra da o takunyaları getirir bırakırlarmış caminin şadırvanına.
Hocaefendi, ne tedbir aldıysa bu hırsız yada hırsızlarla baş edememiş.
Hırsızlığın ne kadar yanlış olduğunu hutbeden anlatsa da, hırsızlar bu işten vazgeçmemişler.
Adeta camiyi kendilerine mesken eylemişler. Çaldıklarını da kazanç kapısı…
Hocaefendi, bunu çalmak günah, satmak günah, bu çalınanları o çalanlardan almakta günah, siz hiç mi Allah’tan korkmazsınız diye verdiği her vaaz öncesinde konuyla ilgili bir şeyler anlatmış.
Hocanın giydiği pabuçları dahi iki-üç kez çalmışlar.
Hocaefendi, doğruca şehrin Kadısına gitmiş. Konuyu detaylı bir şekilde anlattıktan sonra;
Kadı Efendi Hazretleri demiş, Bu hırsızlık hadiselerinden sonra, cemaatim eksildi. Benim camim şehrin en büyük camilerinden biri. Bu hırsızlardan beni de, camimi de , cemaatimi de kurtarın demiş.
Kadı Efendi, kendi adamlarından iki tanesini bu işe görevlendirmiş.
Cemaatin en kalabalık olduğu ilk Cuma günü, adamlar bir tarafa saklanmışlar.
Orta yaşlı bir adam, yanında üç tane de gençle birlikte elindeki torbalarla gelmişler. Çizmelerden
Pabuçlardan, çarıklardan iyi olanlarını seçip, yanlarındaki çuvallara koymaya başlamışlar.
Kadının adamları ve Subaşının tebdili mekan eylemiş muhafızları kıskıvrak hepsini yakalamışlar. Atmışlar zindana…Aynı gün ikindi, akşam ve yatsı namazlarında, birkaç kişi daha yakalamışlar onları da atmışlar zindana…Bir sonraki Cumaya kadar üç-beş hırsızlık daha olmuş, onları da yakalayıp atmışlar zindana…Bu hırsızlar için zindanda ayrı bir hücre ayrılmış.
Kadı Efendi ve Subaşının adamları bir ay müddetle, şehrin diğer cami ve mescitlerinde de, aynı usulle hırsızları yakalayıp, atmışlar aynı hücreye, bir ay sonra, hiçbir camide, hiçbir mescitte hırsızlık olayına rastlanmaz ve duyulmaz olmuş.
Subaşı hırsızların bulunduğu hücreye gelmiş, sizin demiş başınız kim, kim size çalın dedi, Hırsızlardan cevap veren olmamış.
Subaşı , Maden öyle demiş, birer, birer Kadı Efendinin huzuruna çıkarılacaksınız, onun hükmü ne ise o olacak, gelin yol yakınken , sizi bu hırsızlığa azmettiren kim, teşvik eden kim, söyleyin demiş.
Hırsızlar tek bir kelime etmemişler.
Subaşı, içlerinden genç bir çocuğa, sen gel demiş, seninle birlikte, şu saçına sakalına ak düşmeye başlayanda gelsin, birde demiş, ben görmeyeyim diye, en arkalara gizlenen var. Tamam sen diye işaret etmiş, sen de gel…
Subaşı, hırsızların en gencini Kadı’nın huzuruna çıkarmış.
Kadı, bak delikanlı demiş, doğruyu söylersen gençtir, yapmış bir cahilliktir diyeceğim, duruma göre belki de seni bağışlayacağım.
Genç hırsız; altı-yedi yaşından beri hırsızlık yaparım demiş. Ne anam-ne babam vardır. Bu işi kendime sanat belledim. Pazarlarda kesesi dolu olanların kesesini çalarım. Evlere kimse yokken girer, altın, gümüş ne varsa çalarım, camilerden de, çizme, çarık, pabuç çalarım.
Genç hırsızdan üç-beş yaş büyük olanı gelmiş. Bizi demiş bugüne kadar kimse yakalamadı. Şikayet eden de olmadı. Alt tarafı çizme çaldık, çarık çaldık, pabuç çaldık. Fakirin-fukaranın çarığını hiç almadık. Fukaranın evine girmedik. Nerde zengin evi var, oraları soyduk.
En son orta yaşlı hırsız girmiş, Kadı Efendinin huzuruna…
Kadı Efendi demiş, yaptığımız işin suç olduğunu biliriz. Bizi bulasın diyerek, bile bile yakalandık. Çizme çarık çalacağımıza, gider zengin evlerini soyardık. Niye yakalandığımıza gelince, Sen bu şehre yeni geldin. Subaşı yeni, Vali Paşa on gün oldu geleli. Bu şehirde, bizi bu işe mecbur edenler vardı, çaldıklarımızı yarı fiyatından daha aza alanlar, komşu şehirlerde satanlar var. Ya bu işe devam edersiniz, yada hepinizi ihbar eder yakalatırız, zindanlarda çürürsünüz diye tehdit ettiler.
Bu çocukları topladım. Böyle bir karar aldım. Sen beni ve çocukları yakalayacağına esas bu işi kendine ticaret edinenleri yakala demiş.
Kadı Efendi ve Subaşı, Vali Paşaya çıkmışlar. Vali Paşam demişler, sizce de münasipse, biz şöyle bir tertip düşünürüz. Vali Paşadan onay aldıktan sonra, Subaşı adamlarına emir vermiş. Hırsızların tamamını serbest bırakmışlar.
Hırsızlar birkaç gün sonra, bir zenginin evini soymuşlar. Çaldıkları altınları, gerdanlıkları, gümüş eşyaları birkaç çuvalla getirmişler, bir depo gibi yere…
Subaşı ve adamları o yere daha önceden yerleşmişler. Altın işiyle uğraşan şehrin hatırı sayılır zenginlerinden biri girmiş içeri…
Hırsızların başına, dediğim evi soydunuz değil mi demiş.
Soyduk Ağam…
Bu şehirde, kimse benim sözümden dışarı çıkamaz demiş, beni Vali Paşaya şikayet edecekmiş. Et bakalım bundan sonra. Bana ne Vali Paşa karışır, ne Kadı, ne Subaşı…
Yarın dükkana gel, hakkını al…İki gün sonra da, laf dinlemez Bedesten Ağasının evini soyacaksınız demiş! Ardından da Kadı Efendinin, Subaşının, hatta Vali Paşanın evini soyun ki, hem sizin namınız yürüsün, hem de benim.
Zengin adam, adamlarına, alın şu çuvalları dediğim yere götürün demiş…
Tam dışarıya çıkıyormuş ki, Subaşı yakasından yapışmış!
Hayırdır ağa demiş nereye gidersin?
Zengin adam, senin bana gücün yetmez Subaşı demiş, Vali Paşan gelse kaç yazar!
Subaşı, adama okkalı bir tokat patlatmış, adam kapaklanmış kalmış yere…
Alıp, atmışlar zindana…Aradan birkaç saat kadar geçmiş, Zindancı başı, adamın hücresinin kapısını açmış, serbestsin Ağa demiş, emir geldi, seni serbest bırakıyorum.
Adam hah…şöyle demiş, ben o Subaşına söylemiştim. Beni bu zindanda tutmaya değil Subaşının Vali Paşanın dahi gücü yetmez diye…
Zengin adam zindandan çıkmış, birkaç adım atmış ki, iki muhafız koluna girmişler, gel bakalım demişler, seni Vali Paşam görmek ister!
Adam gururlu ve kibirli biriymiş. Hem şehirde, hem de Payitahtta tanıdığı çokmuş.
Çıkarmışlar Vali Paşanın huzuruna…
Vali Paşa, pek bir cesaretlisinde demiş, senin cesaretin bana sökmez! Seni destekleyen, seninle ortak hareket eden insanları da buldum. Hepsini zindana attırdım. Sana ne yapacağım bu fermanda yazılı demiş!
Zengin adam biz demiş ne fermanlar gördük. Bize böyle diyenlerin bu şehirden gidiş fermanıydı o fermanlar. Yolun açık olsun. Uğurla ola Vali Paşa demiş, dün geldin bugün gidiyorsun.
Vali Paşa ya demiş aksi olursa…Adam; Sen bu şehri bilmezsin demiş. Ben olmasam bu şehirde nizam bozulur. Sizleri ardı ardına kim gönderdi bu şehre, bilmez miyim? Beni durdurmak kolay mı sanırsın?
Vali Paşa çağırmış Subaşını…Subaşı demiş, bununda, elebaşı yandaşlarının da, alın kellesini, fermanın gereği yerine getirildi diye de, ulak gönderin Payitahta…
Şehir şehire, Vali Paşa Vali Paşaya, Kadı Kadıya, Subaşı Subaşıya, Hırsız hırsıza, Zindancı başı Zindancı başıya, Hocaefendi Hocaefendiye, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…