Yaş gelip dayanmıştı seksene…Yirmi yıl kadar önce karısıyla birlikte gelmişti o mahalleye, geldiği günden beri aynı evdeydi. Mahalleli pek sevdi bu ihtiyarları. Lakin son yıllar pek zordu. Ev kira, emekli maaşı on bin lira. Mahalle bakkalı veresiye defterinde açtı bir sayfa. Borçlar yığıldı kaldı.
Bakkalın önünden geçemez olmuştu ki, bir gün bir adam girdi bakkaldan içeri. Bakkala çıkar veresiye defterini kardeş dedi. Kimin ne borcu var. Tek tek hesap et. Defterin tamamını ben ödeyeceğim. Bakkal hesap etti. Toplam bir yekûn çıkardı. Buyur Beyim dedi. Adam dışarıda bekleyen adamını çağırdı. O paranın tamamını ödedikten sonra. Ver şu defteri bakalım dedi. Baktı ki bir sayfada dedenin adı var. Bakkal dedi kim bu adam? Bakkal ben ona dedem derim dedi. Seksenlik bir dede. Ev kira, emekli maaşı on bin. Hali ortada. Adam eyvallah dedi.
Ardından da sen bu dedene dükkânda ne var ne yok, al götür, telefonum şu. Şu kadar oldu de, birini gönderir öderim paranı. O dedenin ellerinden öperim. Bizden de bir selam götür.
Takmasın kafasını hiçbir şeye, bundan böyle sakin, huzurlu otursun evinde.
Onun ev sahibi kim? Bu benim telefonum. Ben dedenin ev sahibiyim desin de bir de onunla görüşeyim. Aman ha, dedem bilmesin bu dediklerimi.
Dedenin ev sahibi aradı ona verilen numarayı. Bak kardeş dedi, senin dede ev kirasını verecek durumda değil. Bu ayda vermezse koyacağım kapının önüne. Malımın ortağı değil ya…Veresiye defterini ödeyen, anlaşıldı dedi, kaç kira borcu var? Sen şimdi bakkalda bekle, biri gelecek hepsini ödeyecek. On beş dakika sonra biri geldi. Dedenin birikmiş kira borçlarını ödedi. Bir yıllık kirasını da. Bakkal dedi sende şuraya bir imza at. Ev sahibi sende. Şu telefonum. Ne zaman kira ödenemedi. Ara beni. Ev sahibinin gözleri parladı. Anladım beyim dedi. Arabasına kadar geçirdi.
Bu arada, bakkal koşa koşa, dedenin evine geldi, onu dışarıya çıkardı bir şeyler söyledikten sonra dedem dedi sana bugün Hızır erişti Hızır. Hani Hızır erişsin inşallah diye dua ederler ya, işte o gün, senin için bugün.
Bakkal gelirken poşetler dolusu bir şeylerde getirmişti. Dede, Hanım dedi, bugün Hızır imdadımıza yetişti çok şükür. Ne kira derdimiz kaldı ne bakkala borcumuz. Cebimde harçlığım bile var. Sorma gerisini…
Hani bana kahve yasaktı ya…
Bak bakkal kahve de getirmiş. Yap bana bir sade kahve şöyle köpüklü tarafından…
*****
Hikayemizde olduğu gibi, dede ve hanımı oh be, dünya varmış demiş elbet…
Oh be, dünya varmış demeyeli ne kadar oldu? Özlemediniz mi sakinliği, sükuneti?
En azından az bir rahatlamaya ne dersiniz?
Ne kadar gerildiğimizi, insanlara bakarak anlayabilirsiniz.
Birçoğumuz patlamaya hazır barut fıçısı gibi…
Gülmeyi unuttuk…Bir çift tatlı lafı da…Selam sabahı da unuttuk bu arada…Nasılsın, iyi misin demesini de…
Ne oldu böyle bize?
Dedikoduları yine de çok seviyoruz. İnsanları çekiştirmek, kulp takmak, konuşulan lafları en olmadık yerlere çekmek gibi huylar edindik…
Kimi can sıkıntısı dedi…Kimi olur bazen böyle şeyler dedi…Kimi üzerinde durma dedi…
Ara ara kantarın topuzu kaçmıyor değil!
Biraz hoşgörü, biraz anlayış, biraz iyi niyet ne güzel olurdu…
Bu güzel hasletleri mumla aradığımız, lakin bulamadığımız günlerdeyiz!
*****
Ah Yunus Emre ah…“Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz” demişsin demesine de…
Üstelik bu güzel sözü yüzyıllar öncesinde gönülleri imar etmek için, dolaştığın her yerde söylemiş, açıklamışsın.
Sen konuştukça, küsler barışmış…Sen konuştukça, dökülmüş pişmanlık gözyaşları…Sen konuştukça, kalkmış kucaklaşmış ölüme dirime gelmesin diyenler.
Yüzyıllar sonra bizler ne mi yapıyoruz?
Tam tersini. Barışamıyoruz. Konuşamıyoruz. Anlaşamıyoruz.
Yaşımız kaç olursa olsun, öfkeden beslenen nefret diliyle, yakası açılmadık, güneş yüzü görmemiş en galiz küfürlerle zar zor ayakta duran gönül köprülerini yıkmakla meşgulüz.
Öyle bir meşgulüz ki…Dur diyeni, yapma diyeni, etme diyeni dinlemeye dahi tahammülümüz yok…
*****
“Kendim ettim, kendim buldum” türküsünü bilmeyen var mı?
Ben ne yaptım diyen?
Ben nerede ne yanlış yaptım diyen?
Kim beni bu kadar çok sağa sola düşman etti?
Kim beni bu kadar kışkırttı?
Kim benim bu kadar çok kalp kırmama neden oldu?
Diyebilen kaç kişi var?
Kalbini kırdım, hakkını helal et diye, kalbini kırdığı insanın kapısını çalan var mı?
Kaldı mı öyle yüce gönüllü birileri?
Dünya boş değil…Vardır elbet…
Çok pişmanım diyebiliyor muyuz?
Diyemiyoruz…
Neden?
Egomuz, “sen her daim haklısın” davulunu çalıyor…Gururumuz, “kim ki o” deme derdinde…Kibrimiz ve mağrurluğumuz, “o benim ayağıma gelsin, o benden özür dilesin” diyerek kapatıyor tüm kapıları…
*****
Sözleri Sezen Aksu'ya, müziği Sezen Aksu ve rahmetli Uzay Heparı'ya ait olan 'Sakin ol' şarkısının “Hişt hişt, sakin ol, sinirlerine hâkim ol!” şeklindeki nakaratını unuttunuz mu?
Bu şarkının en güzel dizeleri birçok insanın bayıldığı gibi, “sakin ol” ve “sinirlerine hâkim ol” dizeleri…
Sakin olmazsak, sinirlerimize hâkim olmazsak işler kötü…
Cümle kronik hastalık yakamıza yapışmış vaziyette…
Kalp var, kalp ritmi bozuk. Anjiyo olmayan yok. Damarlarına stent takılanlar aramadığınız kadar. Kalp zaten yaralı, kalp zaten kırık…Sonra şeker var…Stres yasak…Şeker bu, yükseldi mi, kalbi tetiklemeye kadar gidiyor.
Tansiyon çıkması ayrı dert, düşmesi de…Diğer hastalıkları saymayalım isterseniz.
*****
Pandemiden kimi az hasarlı, kimi orta hasarlı kurtuldu insanlar. Entübe edilenlerden hayata dönenler kapandılar evlerine. Ellerinde kumanda, haberdi, diziydi, filmdi artık ne denk geldiyse seyrediyorlar.
Ne demiştik bu insanlara sakinlik lazım…
Şimdi sakin olma zamanı diyenleri dinlemek lazım.
Ne diyorlar?
Kızma, sinirlenme, sakin ol…
Al çayını…Az birazda gülümse…
Ne diyordu Sezen Aksu, “Hişt hişt, sakin ol, sinirlerine hâkim ol!”
Hepsi bu kadar işte…