Bir maç sonrası yazmıştım hikayenin başını…
Bilmeyenler için özetleyeyim. Çok uzak diyarlarda bir çoban yaşarmış. Çoban bir gün yine yürüyüşe çıkmış. Köyünden biraz uzaklaştığında ak sakallı bir ihtiyarla karşılaşmış. İhtiyar, “Evlat biraz suyun var mı” diye sormuş. Çoban matarasını ona uzatmış. “Hepsini iç dede” demiş. Ak sakallı ihtiyar kana kana içmiş suyu ve “Oğul su için sağol. Bu keseyi al. Sadece çok zorlandığını, çaresiz kaldığını hissettiğin an aç” demiş. Aradan uzun süre geçmiş. Çobanın kendini kötü hissediyormuş. Her şeyini kaybettiğini düşündüğü sırada aklına kese gelmiş çobanın. Büyük bir umutla açmış. İçinde küçük bir kağıt parçası varmış. Üzerinde de tek kelimelik bir not; sabret, yazılıymış. Hikayenin devamı. Yıllar yılları kovalamış. Çoban durumunu düzeltmiş. Köyün en zenginlerinden biri haline gelmiş. Çok güzel bir kızla evlenmiş. Çocukları, torunları olmuş. Dünyadaki her türlü mutluluğu tatmış. Ve aklına ak sakallı ihtiyar gelmiş. Başlamış aramaya. Aynı yerde yine karşılaşmış nur yüzlü ihtiyarla.. “Dede. Senin verdiğin öğütle sabrettim sıkıntılara. Şimdi çok mutluyum. İzin ver, karşılığını vereyim bu iyiliğinin” demiş. İhtiyar gülmüş. “Tamam oğul. Karşılık vermek istiyorsan al bu keseyi, ben gittikten sonra aç” diyerek gözden kaybolmuş.
Çoban hemen keseyi açmış. İçinde yine bir küçük kağıt parçası bulmuş. Üstünde de bir not: Sabretmeyi öğret..
Evet Hocam. Sana en çok kızan bile başarını takdir ediyor. Ne dürüstlüğün ne de ülke sevgin tartışılıyor, merak etme..Senden bir beklentimiz var artık. Birini daha yetiştir. Futbolcuyu planlayacak, kalbine dokunacak, son saniyeye kadar mücadelesini bırakmayan birini daha bul. Ona “sabretmeyi öğret” hocam…
Bu örneği neden verdim? Çünkü son dakikada yenilen golü Türk futbolunun acizliğine, dünya futbolunun üstünlüğüne bağlayanlar olduğu için. Hâlâ bu ülkeye, bu ülke insanına, bu ülke takımına, bu ülke taraftarına inanmayanların sayısı inananlardan çok daha fazla olduğu için. Hâlâ büyük düşünmekten korkan beyinlerin, tarihiyle, geçmişiyle, yüzölçümüyle, nüfusuyla çok büyük bir ülkede yaşadıklarının farkında olmadıkları için.
Dünyada bazı şeyler hiç değişmez. Real Madrid hep Real Madrid'tir. Bir yıl 10. olur sonra üç yıl şampiyon. Bu Juventus, Milan, İnter, Barcelona, Bayern Münih, PSG, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor gibi takımlar için de geçerlidir. Bunlar ülkeler için büyük markalardır. Bazıları doğru adımları atmış dünya markası olmuşlardır. Bazıları ise o yolda ilerlemektedirler. Ama saha içinde aldıkları sonuçlar ne olursa olsunlar büyüklükleri değişmez. Çünkü isimleri, büyüklükleri mazilerinde saklıdır. Bir büyüğümün dediği gibi kimlik sahibi olmak…
Anadolu kulüplerimiz gibi 3 Büyükler'e kök söktürürler ama küçükler karşısında küçük kalırlar. Çünkü büyümekten korkarlar. Gaziantepspor gibi tam şampiyon olacakken, şampiyon olmaktan korkarlar. Gençlerbirliği gibi kasasında 30 trilyon para varken, hocasını ve yıldızlarını başka takımlara gönderip sıradan bir ekip haline gelirler. Çünkü amaçları büyümek değil, büyüklerle oynadıkları maçta direnmektir.
Bu ülkeye büyük düşünmeyi öğreten kişi Mustafa Denizli'dir. 20 yıl önce elediği takımlara bakın. Avusturya şampiyonu Rapid, İsviçre şampiyonu Neuchatel, Fransa şampiyonu Monaco. Ülke olarak 20 yıl önce hepsinin gerisindeydik. Ama Galatasaray adıyla, geçmişiyle, taraftarıyla üç takımdan da büyüktü. Denizli bunu bilerek davrandı. Hep inanç aşıladı ve büyük düşünmeyi öğretti.
Galatasaray, UEFA Kupası'nı alırken İtalyan, İspanyol, Alman, İngiliz takımlarını eleyerek finale geldi. Finalde Arsenal'i yendi. Hangi ülkeden futbol olarak daha ilerideydik. Hiçbirinden. Ama Terim de Arsenal dışında Galatasaray'ı durdurabilecek bir takım olmadığının farkındaydı. Doğru taktik, doğru takımla o maçı kazandı ve kupayı aldı.
Futbol işte bu. Gününde olmak. Doğru taktik üretmek. Tabii ki rakibi iyi analiz etmek. Oyuncuları iyi motive etmek. Sahaya sürmek ve sonucu beklemek.
Ama büyük olmak çok farklı bir şey. Çünkü geçmişimiz büyük, tarihimiz büyük. Önce ülkesine, takımına inanan insanlar yetiştirelim. Önce büyük ülkenin küçük beyinlerinden kurtulalım.
Gerisi mutlaka gelecek.