Misyon (mission), menşe itibariyle bir dinin tebliğini yapmak demektir. Bu tebliği yapana da misyoner (missionnaire) denir.
Fakat bu tabirler, daha ziyade Hristiyanlar için kullanılagelmiştir. Hristiyanlar misyonerlik geleneğini Hz. İsa’nın havarilerine kadar çıkartmakla ve ilk büyük misyoner olarak da Saint Paul’ü kabul etmektedirler.
Başlangıcından itibaren, 18.yüzyıla kadar, tamamen dini bir mahiyet arzeden bu hareket sonraları Avrupa Hristiyan emperyalizminin en büyük aleti olmuş, dinden ziyade devletlerin sömürge politikalarına hizmet etmiştir. Bu anlamda resmi olarak kurulan ilk misyoner örgütü, 1701 yılında faaliyetlerine başlayan Protestanların açtığı Society for The Prapagation of the Gospet in Foreign Parts adındaki gizli bir teşkilattır.
Katolikler ise, bizzat papanın başkanlığında “Congregatio de Propaganda Fide” misyoner teşkilatını kurmuşlardır.” (http://nedirler.com/dinler-tarihi/misyonerlik-nedir-ne-demektir-tanimi-tarifi-ozeti)
***
Doğan Büyük Türkçe Sözlük’te de; “misyoner” kelimesi, “Hıristiyanlığı yaymayı vazife edinmiş kimse” olarak tanımlanıyor.
İlâhiyatçı hanım hocalardan Prof. Dr. Hülya Küçük, Konya Anadolu İmam Hatip Lisesinde verdiği konferansında, Hz. Mevlana’nın ailesi ve sosyal çevresi hakkında bilgi verirken “Hz. Mevlana büyük bir misyonerdi aslında…” deyivermiş. Hem de imam hatipli talebelere yönelik olarak bu sözü kullanmış.
Sayın ilâhiyatçı hoca hanım “Hz. Mevlâna büyük bir tebliğciydi” dese, hiçbir itirazda bulunmayacak ve bu yazıyı da yazmayacaktım.
Sayın Küçük’e söyleyeceğim tek söz şu:
“Büyük lokma ye büyük söz söyleme.”
***
Mutasavvıf ve mütefekkir kimliğiyle dünyaca tanınan ve eserleri bilinen bir İslâm âlimi olan Muhammed Celâleddîn Rûmî, İslâm’ın büyük bir tebliğcisi olarak yüzyıllar ötesinden bizleri ve insanlığı, menbaı Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîfler olan Yüce İslâm’la aydınlatarak “Gel, gel…” diyerek evrensel bir davette bulunuyor.
Bu davete uyan yerli ve yabancı Mevlâna âşıkları ve dostları da, Konya’ya gelerek İslâm’ın tebliğcisi Mevlâna hazretlerinin öğretilerinden kıssadan hisse kaparak bu güzel ve dindar şehirden ayrılıyorlar.
Hz. Pîr, insanlara, eserlerinde o kadar çok şey veriyor ve anlatıyor ki, biz/bizler o öğretilerden 21. Yüzyıl tekniklerini de kullanarak insana, insanımıza ve insanlığa güzel şeyler verebiliyor muyuz?
Dünya ve insanlık bir hercümerç içerisinde kıvranıyor.
İslâm’ın ilim merkezleri olan Şam ve Bağdat yağmalanmış. Asıl hedefleri ise; İSTANBUL.
***
Konya’da bile cirit atan bu misyonerler, durmaksızın tahrif edilmiş dinlerin propagandasını yapmakla kendilerine bunu “mission” edinmişler. Bu misyonerler arasında en eskileri olarak ‘Amerikalı Dr. Dat’ sayılabilir.
Konya’da ilk sinema gösterimi, 1910 yılında, Amerikalı Misyoner Dr. Dat’ın özel hastanesinde “Hıristiyan Gençlik Teşkilatı” tarafından gerçekleştirilir. İlk sinema salonu ise bundan üç yıl sonra 1913’te, Sanayi Mektebi Sineması adıyla faaliyete geçirilir.
Bu misyoner faaliyetlerine karşı Konya’nın yiğit gençleri, “Müslüman Gençler Birliği”ni altında teşkilât kurarak o Hıristiyan gençlik örgütüne cevap verirler.
Konya gibi dünyanın çok önemsediği ve üzerinde durduğu dindar hususiyetleri, asırlar ötesinden barındıran bir güzel beldede Mevlâna’ya “misyoner” demek, abesle iştigal etmek demektir.
Hatta 743 seneden beri bizi ve gönlümüzü aydınlatan İslâm Velîsi Molla Hünkâr’a bir yerde hakaret mânâsına bile gelir.
Bizler kelimelerle yatan ve kelimelerle kalkan insanlarız.
Ağzımızdan çıkana çok dikkat etmek durumundayız.
Hele hele Konya’da yaşayan ve bu şehrin ekmeğini yiyen, suyunu içen, havasını teneffüs edenlerin daha dikkatli olmaları icab etmektedir.
AZİZİM DİYOR Kİ…
"Vettîni Sûresi"ndeki: "İnsanı en güzel şekilde yarattık" ayetini oku! Ey dost! En değerli inci cândır. İnsan gerçi beden olarak bir hamur teknesi boyundadır ancak en güzel şekil olan insan şekli, Arş"tan da üstündür, düşünceye de sığmaz. Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem, ben de yanarım duyan da yanar.” (Hz. Mevlâna, Mesnevî)