İnsanı uykusundan eden bir sıkıntı, iftarda su içtikten sonra yenilen her lokmayı haram eden bir acı… Dünya’nın farklı coğrafyalarında katledilen Müslüman kardeşlerimiz ve biz… Evet, BİZ! Yani Müslümanlar…
Ramazanın arifesinde bir market… İnsanlar ramazan hazırlığı içinde, alış verişte neredeyse yarışıyor. Kimin sepeti daha çok dolacak, kim kasada en çok ödemeyi yapacak, kim ilk sahurda işkembesini en fazla dolduracak? Peki, ilk iftarını etmeden kimin üzerine bomba yağacak? O bizi ilgilendirmiyor. Biz üzerlerine bomba yağanları, iftarını bomba ile açan Müslümanları sadece, iftar saatine denk gelirse, haberlerde izliyoruz. Belki çoğumuz iştahımız kaçmasın diye, tek suçu Müslüman olan bebeğin, melekleşmiş siluetine bakmıyoruz bile ya da bakamıyoruz utancımızdan.
Ramazan’da bir ev… Hali vakti yerinde insanlar iftar davetinde bir araya gelmiş, ezanı bekliyor. Ezan okunsa da bir birinden güzel yemekleri tatsalar bir an evvel, tek dertleri o. Ezan okunuyor ve ev sahibi “Hadi buyurun, afiyet olsun!” diyor. Körlerle sağırların iftarda işkembe doldurma yarışı başlıyor, taa ki gırtlaklarına kadar doyuncaya kadar… O esnada dünyanın farklı bir yerinde belki de bizim şehrimizde kim bilir belki de karşı komşumuzun evinde bir tas çorba zor pişiyor. Etraftan gelen güzel kokular eşliğinde küçük kız çorbasını kaşıklıyor, bir iki lokma alıyor ve ağlıyor… Biz yemeğin sonunda hangi tatlıyı zıkkımlanalım diye düşünürken, kızın annesi yarın ne pişirsem diye düşünüyor, kızına bakıyor ve gözünden birkaç damla yaş süzülüp çorbasının tuzuna karışıyor…
Ramazan’da bir yemek masası… Üzerinde çeşit çeşit yiyecekler. “Hadi!” diyor ev sahibi, “Pastırmadan da alın, böylesini bulamazsınız valla taa Kayseri’den getirttim”. Misafirler çatallarına doluyor pastırmayı ve afiyetle yiyorlar… Aynı anda Filistin’de bir ev… Üzerine bomba düşmüş içinde şehit olmuş Müslümanlar… “Alın size iftarlık” diyor Siyonist kevaşe çocukları, “Böylesini bulamazsınız, sizin için ürettik!”
Ramazan’da bir çocuk… “Bugün ilk orucumu tutuyorum dede, onu sana satıyım mı?” diyor. İlk orucunun heyecanını, mutluluğunu yaşıyor… Doğu Türkistan’da bir çocuk, ilk orucunu tutuyor… Çinli bir asker gelip bir bardak su uzatıyor…“Orucum!” diyemiyor çocuk. Alıyor ve içiyor… Kafasını gökyüzüne kaldırıyor, bir an için Çinli dinsizin üzerine azap yağsın istiyor ama hiçbir şey olmuyor. Boynunu büküyor ve yürüyor…
Ramazan’da bir park, insanlar neşe içinde mangal yakıyor, kokunun çevredeki evlere gideceğine aldırmadan. Sofrasını kuruyor ve ezanı bekliyor. İbadetini özgürce, korkusuzca yapmanın hazzını hissediyor. Markette kavga edip küfürler savurduğunu hatırlamadan, trafik de başka bir aracın önünü kesip hakkını gasp ettiğine aldırmadan ezanı bekliyor. Ezan okunuyor, orucunu açıyor… Nefsi tüm sene oruçlu gibi hissettiriyor kendisine, bunun verdiği gururla bifteğe dalıyor. Myanmar’da bir duman yükseliyor, yanık et kokusu etrafı sarmış… Biri mangalın ayarını mı kaçırdı acaba tüm etleri yakmış, etraf dumandan geçilmiyor… Biraz aralanır gibi oldu duman, o da ne! Müslümanları üst üste yığmış ve yakmışlar…
Ramazan’da pek çok ev… İftarda sahurda, körler ve sağırlar birbirini ağırlıyor. Körler çünkü doğruyu görmüyorlar, sağırlar çünkü Müslüman kardeşlerinin sesini duymuyorlar. Gördükleri sadece nefesleri, duyduklarıysa sadece nefeslerinin kendini beğenmiş sesi…
Selam ve Dua ile… Hayırlı iftarlar…