Geçen haftasonu Konya’da bulunan çok yıldızlı otellerden birine giriyorum. Parkta çoğunluğu Hatay’a ait diğer deprem bölgelerinden arabalar akla depremi ve felaketini getiriyor.
Otelin resepsiyon bölümünde, depremzede olan aileler ve çocukları göze çarpıyor. Bunlardan bir bölümde oturan orta yaşlı insanlar ve eşleri dikkatimi çekiyor. Çekinerek yaklaşıyorum. Çekinerek de olsa selamlıyorum. Gülümseyerek karşılık veriyorlar. Farklı bu iki aileden biri Hatay-Antakya, diğeri ise Gaziantep merkezdenmiş. İnanılmaz derecede sempatik ve sıcakkanlı olmaları beni cesaretlendirdi.
Ailenin biri 60 lı yaşlarda karı-koca. Çocukları hiç olmamış. Bu sempatik ve güleryüzlü aileye şaka yollu takılmadan edemiyorum. Şakalarımı oldukça hoş karşılıyorlar. Adam orta kilolu. Hanımıyla geç yaşta tanışmışlar. Evlendiklerinde kadın 32, erkek 39 unda imiş. Kadının oldukça zeki ve akıllı olduğu hemen anlaşılıyor, sorularımı daha çok o cevaplıyor, kocası da tasdik ediyor. Nasıl evlendiniz, ilk aşkın mı diye sorduğumda, kadın “ilk değil ama son aşkıyım, benden öncesinden bana ne” diyor. Gülüşüyoruz.
Bunda sıkıntının ve yıkıntının arasından çıkan bu çift nasıl da neşeli. Depremi hatırlattırmamak için sorularımla dikkatlerini başka yöne çekmek istesem de herşeyin farkındalar. Evleri tam yıkılmamışsa da oturulur durumda değilmiş. Orta halli oldukları her halinden belli olan çiftin “geçimimiz iyi, ikimiz de emekliyiz. Huzur dolu bir hayatımız vardı, şimdi evimiz olmasa da eşimle beraberim ya” diye beraberce şükrediyorlar. Şu metanet “varlık içinde yoklu mu, yokluk içinde varlık mı” dedirtiyor.
İkinci aile üç kuşaktan 11 kişiden oluşuyor. Otelden 5 oda vermişler. Her iki aile ödeme yapmayacak. Odaları AFAD ayarlamış. Bulundukları ortam son derecede iyi olsa da, akılları kaybettikleri akraba, komşu ve dostlarında. Aileden dede, oğlu ve 2 torunuyla konuşuyoruz. Evli oğlanlar aileden sanatkâr. Torunlarını da çıraklık okuluna vermişler. Kendi emeğiyle geçinen geleneksel bir aile. En büyük huzur ve mutlulukları otel odasında da olsalar, salimen bir arada bulunmalarıymış.
Dede 65’inde, oldukça kilolu. Tipik bir Güneydoğu erkeği. Şaka yollu takılmalarıma yöre şivesiyle “ne edek, hanım iyi yemek yapiy” diyerek cevap veriyor. Gençken de böyle miydin sorusuna eşi: “hayır, çok yakışıklıydı, evlendiğimde ben 13 ünde, bu 19 unda idi, gözlerine âşık oldum”. Gülüşüyoruz.
Konuşmalarımızda iki de bir depreme ve Hatay’a dönseler de, farklı sorularımla oradan çekmeye çalışıyorum. Gençlerin halen sarsıntı içinde oldukları her hallerinden belli. Meslek okulları ile ilgili sorularımı savuşturmaya çalışmaları ilginçti. Ben öğretmenim deyince, biraz daha sıcak baktılar. İlk gün “ne olduğunu ve depremin büyüklüğünü biz de anlamadık, çok şükür iyiyiz ” diyorlar.
Ailenin 2 usta oğlundan biri Konya’da mesleğine uygun hemen bir iş bulmuş, oto tamircisi olan diğeri iş bulup bulamayacağını sordu. Anlaşılan oğulları Konya’ya yerleşmek istiyor. Buna mukabil anneleri Hatay’a dönerim diyor. Orta Anadolu’ya deprem bölgesinden akın olacak gibi görülüyor.
Her hâlükârda, Depremlerde yaşadıklarını hatırlatmak istemesem de, bir şekilde bağlantı kuruluyor. Devletlerine dua ediyorlar. Hiç mağdur olmadıklarını, resmi otoriteler çıkabildikleri en kısa zamanda Hatay’ı terk etmelerini söylemiş. Gönülden “Allah Devletimizden bin kere razı olsun” diyorlar. Ancak saygısız, terbiyesiz, bu devletin değerleri ve kültürüne yabancı “siyaset yobazları, faşistlerde ortalıkta münafıklığa devam ediyor.
Bu münafıklar deprem mağdurları olduklarını anladıkları anda “bu iktidara oy vermeyin” diyorlarmış. Neden vermeyelim, devlet her an yanımızdaydı. Devletsizliğin ne olduğunu komşu ülkeden dolayı en iyi biz biliriz diye cevap veriyorlar. Bu nasıl bir iştir. Siyaset yobazları ölçüyü iyice kaçırdı. Fikirsiz, şuursuz ve hadsiz faşistlerin hedefi, herhalde AK Parti ve Erdoğan değil, Devletim olsa gerek.
Siz siyaset ve fikir yobazı faşistler. Hiç değilse de şu deprem mağdurları, şehitlerinin hatırına susun. Biz susuyorsak edebimizdendir. Hele bir bekleyin, göreceksiniz neler olacak.