Adam biraz rahatsızdı. Öksürmeye ve nefes darlığı çekmeye başlamıştı. Evine çok yakın olan pazara gidebilmek için gördüğü banklara oturarak ve bir müddet dinlenerek ulaşabildi.
Emekliydi.
Her zaman yaptığı gibi bir baştan bir başa pazarı dolaşmaya niyetlendi yapamadı. Yarım yamalak da olsa pazarı dolaştı amma yorgunluktan bitti. Fiyatlar çok yüksekti. Ne alabilirim diye düşündü kaldı. Kabak kızartmasını severdi. Biraz daha dolaştı.
İki tane kabak seçti.
Ardından yarım kilo da bakla aldı.
Yeşillik almayı düşündü.
Ne marul alabildi ne maydanoz ne tere…
Uğramak istememişti markete…
Elinde iki küçük poşet vardı.
Birinde iki kabak, diğerinde yarım kilo bakla…
İki poşetle çıktı pazardan…
Bu pazar gittiği son pazardı o emeklinin.
Geldiği gibi dinlene dinlene döndü evine…
Emeklileri gök ekin gibi biçen o sinsi virüs onu da yakalamıştı.
Bir haftaya yakın hastanede kaldı. Ardından, solunum cihazına bağlı günler başladı.
Bir türlü ne kendine gelebildi ne de hayata dönebilme adına gözlerini açabildi.
*****
Emekli virüs engelini aşamazken, kabaktı, baklaydı derken, etiketlere irili-ufaklı dokunuş yapmaktan büyük keyif alan rakamlar insanları şaşkına çevirmeye devam etti. Zam değil güncelleme dendi. Maaşları tayin noktasında esas alınan rakamlar ise dokunuş kavramından bir hayli uzak rakamları telaffuz ettikçe, herkesin canına yetti.
Sorular yine aynı minval üzere sürdü gitti…
Maaşlar ne zaman artacak?
Ne kadar artacak?
Memur emeklisine verilmesi düşünülen ne?
Sadece enflasyon farkı mı?
Enflasyon farkı, döndürür mü çarkı?
Çark ne? Fark ne? Dönmek ne? Döndürmek ne? Her biri ayrı birer bahane…
Emeklinin yolunu kesen, dur diyen, bir adım daha atarsan diye başlayan ikaz virüsleri, tehditvari virüsler, nefes aldırmayan, hayata küstüren, canından bezdiren, öldüren, bir tarafına inme indiren virüslerin saçtığı hastalıkların ise çaresi yok.
Virüs bir taraftan, güncelleme bir taraftan, rakam bir taraftan, çark eden yok, fark eden yok
Dur diyen yok, bakan-çeken yok…
Hani şair demiş ya, “Bu dert beni iflah etmez öldürür…”
Durum bu…Vaziyet bu…Hal bu…Ahval bu işte…
*****
Emeklinin iki kabak kadar…
Yarım kilo bakla kadar hükmü yok mu?
Keşke olsaydı…
Hadi canım o kadarda değildir diyenler, ne zaman dolaşacaklar pazarları? Ne zaman çıkacaklar sırça köşklerinden? Ne zaman kurtulacaklar at gözlüklerinden? Ne zaman vazgeçecekler gurur ve kibirlerinden?
Bakmak ve görmek arasında saklı kalan o ince çizgiden çoktan vazgeçtik…
Görülmeyen, görmezden gelinen, üstelik ayan-beyan ortada olan insanların hali, ahvali…
Cep delik, cepken delik, nereye varacak bu emeklilik?
Emekli, iki kabak kadar değerim yok mu bu dünyada diye sorduğunda var mı verecek bir cevabı olan?
Yarım kilo bakla almak için kırk kere düşündüm dediğinde sende bakla almayıver, bakla yemeyiver demişlerdi. Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar deyimi gerçek oldu. Kıyamet koptu. Koptu kopmasına da, bu kıyamet o kıyamet değil dediler, zevahiri kurtarma derdine düştüler.
Lakin, aramadıkları yer kalmadı bulamadılar. Bulamayınca da kurtaramadılar zevahiri. Zevahir o gündür, bu gündür yok, kayıp…
*****
Garip emekli, garip asgari ücretli, garip işsiz, garipten daha da garip atanmayı bekleyen gençler.
Oysa ne güzel hayalleri vardı bu insanların?
Kim çaldı hayallerini?
Kim kırdı attı umutlarını?
Sinsi bir virüs yanında bir alay varyantıyla dilediği ne kadar köşe başı varsa tutmuş vaziyette.
Ne mi diyorlar?
Şu kadar Çin aşısı, şu kadar da Alman aşısı vurulduk. Bilmem kaç ay maske taktık. Dezenfektan kullandık…Mesafe ayarlarına aynen eskisi gibi riayet ettik.
Biz bu virüse ne ettik?
Yine başladı en sevdiklerimizi haince ve sinsice bizden almaya, koparmaya…
Kiminin son pazarı…Kimini en son görüşümüz…Kimiyle en son konuşmamız…Kimiyle en son buluşmamız…
Ne mi diyorlar?
Hadi canım virüs mü kaldı?
Yalandır… Tevatürdür…Şehir efsanesidir…
Yalan derken, tevatür derken, şehir efsanesi derken, virüsün sinsice hayattan kopardıklarını gözyaşlarıyla toprağa veren insanları kimse duymak dahi istemiyor!
*****
İki kabak alan o emekli vardı ya hani…
O kabaklar çürüdü dolapta…
Kabak kabaklıktan çıktı…
Yarım kilo bakla buruştu kaldı…
Onları alan, bu dünyaya elveda dedi geçen gün.
O iki kabak ve yarım kilo bakla da mutfağa…
Nasipten ileri yol gitmez diye bir söz vardır dediler.
Nasip olmadı mı olmaz. Ah edenin ahı yerde kalmaz. Ah alan iki dünyada da onmaz.