İKİ KERE İKİ KAÇ EDER?..

Mustafa Balkan

Hafız sanatçı Ahmet Çalışır, mûsıkînin irfan boyutunu anlatırken, tasavvuf ve divân edebiyatımızın önde gelen mûsıkîşinas güftekârlarının yazdıkları sözlerden hareketle, bestelere ruhlarını katarak güzelleştirdiklerini ve bunun da, iki saat süren bir vaazdan daha tesirli olabileceği üzerinde durarak bir başka açıdan da biz Bişnevci’lere; eğitimin mûsıkî boyutunu da anlatmadı değil.

Kendisine mûsıkîyi “Ahmet Hoca”nın aşıladığını söyleyen sanatçı Ahmet Çalışır, “Sanatkârın vazifesi, içinde yaşamış olduğu toplumun, topluluğun kültür ve sanat seviyesini olduğu halde bir milim dahi olsa medeniyet anlamında yukarıya çekmeye çalışmaktır.” diyor ve ekliyor:

Müzisyen olursunuz. Soru şudur:

İyi müzik yapan birisi olmak mı? Müzik yapan iyi birisi olmak mı?...

San’atta mı mahir olmak, insan olma sanatında mı mahir olmak…

Romanları çocuğu doğuyor, eline biberon yerine eline klarnet veriyorlar. Yuvarlanıyorlar darbukanın içine düşüyorlar. Siz, müzikte bunlarla nasıl yarışacaksınız?”

Müslümanlar olarak bir zamanlar “müzik caiz midir, değil midir?” diye tartışmıştık. O devirlerden şimdilerde mûsıkîmizin irfan boyutunu tartışıyoruz. Bu, aslında güzel bir merhale. Eşyaya, san’ata, sanatkâra, sinema ve oyuncuya bakış açımızın da zamanı geldikçe değişeceği ve müsbet yönde ilerleme kaydedeceğimiz günler elbette uzak değil.

 

“Mûsıkîmizin Aslını Ezân Teşkil Eder”

Türk mûsıkîsinde dejenerasyonun Hacı Arif Bey’le başladığını öne süren ve bunun da güftelerin değiştirilmesiyle husule geldiğini belirten ve ardından “Çünkü şarkı formunu Hacı Arif Bey değiştirmiştir. Ama günümüzdeki şarkının meyhane havasına bürünmesinin de irfan boyutundan birazcık yoksun olduğunu düşünüyorum” diyen sanatçı Çalışır, bunun bir tesadüf olmadığını belirterek Türk Mûsıkîsinin yasaklanmasının, ezanın aslından değiştirilip Türkçe’ye döndürüldüğü 1938’lerde başladığını, tekrar ayağa kalkmasının ise ezanın tekrar aslına döndürüldüğü 1950’lerde Sadettin Kaynak’lar döneminde tekrar yavaş yavaş ayağa kalkmaya başladığını dile getirerek “Çünkü bizim mûsıkîmizin aslını ezan teşkil eder” dedi.

İrfandan yoksun olunduğunda “sanat” ve “sanatçı”nın da bir başka boyuta doğru evrildiğini ve türkücüye de, şarkıcıya da ve dansöze de “sanatkâr” denilmeye başlandığı bir garabet durumun ortaya çıktığını kaydeden Çalışır’a hak vermemek elde değil.

Türkü ve şarkılarımda yer alan bazı “yâr, dağ, bağ, bülbül” gibi anahtar kelimelerden yola çıkarak bu kelimelerin tasavvuf edebiyatında, divân edebiyatındaki anlam ile boyutlarını da ele alan Çalışır, “Seher vakti çaldım yârin kapısın/ Vardım yârin kapıları sürmeli/ Boş bulmadım otağın yapısın/ Çıka geldi bir gözleri sürmeli” türküsündeki “yâr” kelimesinden hareketle; şunları dile getirdi: “Kişi, seher vakti kimin kapısını çalar? Allah’ın kapısını çalar elbette. Teheccühüne kalkar.. Köpek gibi kuyruğunu sallar… Yalvarır, yakarır… O saatte ve zamanda başkasının kapısı çalınmaz. Şimdi bu türkü mü, şarkı mı, ilâhi mi?..

Peki tasavvuf edebiyatında yâr kimdir?”

 

“Biz ona ruhumuzdan üfledik”

 

Türk mûsıkîsini düştüğü yerden tekrar ayağa kaldıran kişinin Sadeddin Kaynak olduğunu ifade eden Çalışır, konunun asıl bam teline “Biz ona ruhumuzdan üfledik” âyetiyle basarak şu ifadelere yer verdi: “Bütün sanatlara teşmil edebileceğimiz anlamıyla irfan ruhu, irfan boyutu sadece yüzeysel değil, ilm-i cemâl dediğimiz hadiseyi Cenab-ı Hakk’ın güzelliğiyle, büyüklüğüyle, yüceliğiyle aynıdır. Müzikteki irfan ruhu da budur. Resimdeki irfan ruhu da budur. Mimarideki irfan boyutu budur. Vesselam.

Bütün her şeyde Rabbimizin güzelliğini aramaktır. “

 

Batı Müziği Mekaniktir, Ruh Yoktur

Sohbetin soru-cevap kısmı da gayet iyi ve güzeldi.

Batı müziği ile ilgili olarak da şunları ifade etti:

“Haşa ki Batı müziğini tenkit etmiyorum. Ama Batı müziği mekaniktir, ruh yoktur. İki kere iki Batı müziğinde dört eder. Ama bizim Türk mûsıkîsinde iki kere iki hiçbir zaman dört etmez. Ben Kültür Bakanlığı’nın açmış olduğu imtihanı kazandım ve Kültür Bakanlığına geçtiğimde; “Hafız Ahmet cami cemaatini bıraktı, çalgıcı oldu” dediler.

Halbuki Tahir Hocama gittin, istişare etmiştim. “Yavrum, guzum git. Hiçbir sakıncası yoktur” dedi. Hoca amca rahmetliye ben evinde sürekli türkü okurdum.

Size bir şey söyleyeyim mi?

Mûsıkînin irfan boyutu şu şiirde saklı:

Anladım ki sanat Allah’ı aramakmış

Marifet bu, gerisi çelik çomakmış.”

 

DUÂ

Ey Rabb-i Rahimim! Şeytanımı müessir kılma! Nefsimi ıslâh et! Dünyamı iman-ı kâmil ile mamur kıl! Ruhumda bezm-i elest’e sadakat halk eyle! Amelime bezm-i ezeli üzere istikamet ver! Hayat-ı ebediyemi rızan ile, rahmetinle, lütfunla güldür! Âmin.

 

AZİZİM DİYOR Kİ…

Rahmetli Tahir Hocamız, binlerce seveni tarafından cenazesi kaldırılırken tabutunun başına Mevlevî Sikkesi konulmuştu.

Ahmet Çalışır, Tahir Hocaefendiyle ilgili bir hatırasını paylaşırken bir gün evinde aşka gelen Hocaefendinin birden ayağa kalkarak sema yapmaya başladığını da yeni öğrendik.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.