Başta yazılı ve görsel medya; sinema, müzik gibi türler marifetiyle her türden sapkınlık, "farklı cinsel kimliklere saygı, cinsiyet eşitliği vd." kılıfıyla özendiriliyor. Cinsel sapkınlığın savunucuları, LGBT (Lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel) kavramıyla ifade edilen sapkınlığı normalleştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla, uluslararası düzeyde lobi faaliyetleri ile faaliyetler tertipliyor. Reklâm kampanyaları, yürüyüşler, sinema filmleri ve hatta çizgi filmler yoluyla da hem Türkiye'de hem dünyada bilhassa çocukların ve gençlerin zihinlerine sapkınlığı yerleştirmeye çalışıyor.
Ülkemizde de sözde sanatçı, yazar ve aktivist, pek çok figür bu mahlûkları mazlum göstermeye çalışarak, toplumdan dışlanmışlıklarına ajitosyan katarak saflarını fâş ediyorlar. İnternette ‘gazeteduvar’ gibi mecralarda, solcu birçok ismin makalesinde bu aksiyonlara şahit olabilirsiniz. Örnek vermeye elim varmadı, bilmeniz yeterli sanırım.
İşte Avrupa'da had safhalara çıkan ve aile yapısını bozan cinsi sapkınlık, Türkiye'de de hızla yayılıyor. Temel dinamiğimizden ailemize tüm kişi, kurum ve kuruluşlarımızla, her ne tepkiyle karşılaşılırsa karşılaşılsın mücadele edilmeli, analarından emdikleri süt burunlarından getirilmelidir. Madem düşünce özgürlüğü, madem düşünceden zarar gelmez diyorsunuz; tamam sizin bu iğrençliklerinize yaklaşımımız da bu; madem özgürlük diyorsunuz bu sapkınlıklara; çok normal görüyorsunuz madem, bırakın milleti, önce kendi çevrenizden başlayın bakalım. Yapamaz mısınız, fonlarınız mı yanar?
HAZIMSIZLIK
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan geçen cumartesi köşesinde bazı sorular soruyordu, aklı başında herkesin duygularına tercüman olarak. Hoşumuza gitmeyen kişi ve düşüncelere karşı hazımsızlığın geldiği boyutları tane tane anlattı; “Diyelim yer Milli Eğitim’e bağlı bir okul. 12 Mayıs Cuma günü okulun devletten 25 yıldır maaş alan öğretmenlerinden biri, bir başka öğretmene “pazartesi iş bak kendine, defolup gideceksiniz. Erdoğan seçimi kazanınca hiçbirinizi buralarda yaşatmayacağız” demiş midir sizce?
Diyelim yer Türk Hava Yolları Genel Müdürlüğü. 12 Mayıs Cuma günü, THY’de 12 yıldır çalışan bir memur, bir başka memura “masanı şimdiden toplasaydın iyi olurdu. Nasılsa pazartesi gün Erdoğan seçimi kazanmış olacak. İlk iş seni ve senin gibileri bu kurumlardan temizlemek” demiş midir sizce? (…) Dinlediğim tüm mobbing hikâyelerinin başrolünde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verecek insanların, Erdoğan’a oy verecek insanlara tehditleri var. Bir çeşit akıl tutulmasıyla, bir çeşit dangalaklıkla ve en önemlisi, seçimi kesin olarak kazanacaklarına dair geliştirdikleri mesnetsiz inançla terbiyesizlikte arş-ı alaya çıkmışlar.”
Bu gürûhun akıl tutulmasını, hilkat garibesi tutumları da anlayacakları dilden eleştirdi Kılıçarslan; “Bugün Türkiye’yi net şekilde “iki millet” olarak ayıran anlayışın sahibi ben değilim. Dolayısıyla ortada benim düzelteceğim bir şey de yok. Adına “oligarşik Kamalizm” denilen illet, bağlılarına sanal, suni, mesnetsiz bir “üstünlük hissi” pompalaya-rak var olabiliyor ve post-truth da tam burada imdada yetişerek kendilerini bizden üstün zanneden bu aptal güruha istediği yalana dilediği gibi inanabilme konforu sağlıyor. Kılıçdaroğlu’na oy veren taksici bana diyor ki “Ekrem İmamoğlu başarısız görünsün diye Tayyip’in adamları yollara çukur açacak özel bir madde döküyorlar abi. (…) Yahu hepsini geçtim. Oy toplamak için “son konserim olabilir” diyen yavşağın bu yaz 20 tane konseri var. O yavşağa bakıp “kim, niye kandırıyor lan bizi?” bile demiyorlar yahu.” Ve netice; “Bakın açık söylüyorum. Artık bizim, bu güruhu rehabilite edebilmek için yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığına inanıyorum. O yüzden durmadan safları sıklaştırarak, mücadeleyi bir an olsun bırakmadan uğraşıp didinmekten başka hiçbir çıkar yolumuz yok.”
Alanım edebiyat, kültür sanat; siyaset işim de, ilgi alanım da değil. Lâkin. Aile kurumumuz ve geniş bir kitle bazı ahlâksızlardan zarar görüyorsa, en azından bu konularda sessiz kalmak alçaklıktır, siyaset değil.