İşime gitmek için evimden çıkıyor, tramvaya binmek için de bir süre yürüyorum. Yürümek için, sefer de ana yol yerine, mahalle aralarını seçiyorum. Hava soğuk ama sokak aralarında enteresan şeylerle karşılaşacağımı düşünüyorum. Öyle de oluyor.
Bir kilometre kadar yürüdükten sonra henüz düzenlenmiş, taze fidanların da yeni dikildiği park alanının yanındayım. Etrafta sık aralıklarla, yeni bitmiş, çok katlı yüksek apartmanlar var.
Yanından geçtiğim parkın bir bölümünden kokular geliyor. Dönüp bakıyorum, şaşırıyorum. Koku yemek artıklarından geliyor. Envayi çeşit, kokmuş çorbasından pilavına, küflenmiş ekmeğinden rengi sararmış kemiklere, hazır yemden, pırasa yemeğine kadar, menü hayli zengin. Çevrede ne kedi, ne de köpek var. Görünen odur ki evsel artıklar ve atıkları, insanımız güya hayvan sevgisiyle yemiyor, içmiyor; kurtları kuşları; kedileri, köpekleri; börtüleri, böcekleri beslemek için bırakıyor.
Çoğu zaman duymuşumdur. Evinde, lokantada, ortak yemek alanlarında, artan yemeklerin atılmadığını, bunların kedi, sokak hayvanlarına beslenmek için verildiğini anlatana çok rastladım.
Bu nasıl iştir. O hayvanları dışlamayalım ancak, evlerimizde ailemiz için hazırlanan pahalı yemekleri bu şekilde de olsa israf etmeyelim, desek yanlış mı olur.
Yürümeye devam. Tramvaya biniyorum. Her kesimden insanımız burada. Uyuyan, konuşan, okuyan.
Ön tarafta bir yere oturuyorum. Bir müddet sonra iki çocuklu genç bir hanım yanımda ki boş koltuğa yerleşiyor. Biri 1.5-2 yaşlarında, diğeri 10 yaşlarında iki kız çocuğu beraberinde. Ellerinde büyük bir valiz, iki de poşetle yerleşiyorlar.
Küçük çocuk ağlıyor, bir taraftan da bana bakıyor. Aynı yaştaki küçük torunumu hatırlatıyor. Susturmak için el kol hareketi yapıyorum ve nihayet susuyorum.
Genç anne yorgun görülse de yüzü asık değil. Çocukla ilgilendiğim için teşekkür ediyor.
“sağ ol amca. Sabahtan beri yoldayız, hastaneye gidiyorum, 6 aylık çocuğum ameliyat olacak, onun için gidiyorum”.
“Geçmiş olsun, henüz çok küçükmüş, hastalığı da nedir ki?”
“Doğuştan kalın bağırsakları yok. Doktorlar ümitsiz de olsa suni bağırsak takabiliriz diyorlar”.
Kendimce düşünüyorum. Bir anne, tarımcı. Eşi işte olduğu için gelememiş. Sabah erkenden çocuğu için 2 evladı ile yollara düşmüş. Ümit, iman, kararlılık, emek, sevgi bir arada.
Birkaç söz ile teselli etsem de, sağlam bir anne. “Rabbimden gelen her şeye razıyım” diyor. Bu genç anne tarım işçisi. Yazları bağ bahçelerde gündelikçi olarak çalışıyor, sonbaharda zeytin topluyormuş. Bir tarafta zahmetle üretenler, diğer tarafta zahmetsiz tüketenler.
“bu yaşta 3 çocuk, maşallah”.
“Evde bir tane daha var amca. 15 senelik evliyim. Çok genç yaşta evlendim çocukları çok seviyorum. Eşim de öyle. Hiç darda kalmadık, eşim de işe 6 ay önce girdi. Allah devletimize zeval vermesin”.
Bu sefer daha derinlere gidiyorum. Genç yaşta evlenmiş. 4 çocuk annesi, yiğit Anadolu kadını bu işte. Rabbinden gelen herşeye razı. “Kader” diyor. Hiç de ümitsiz değil, şikâyet de etmiyor.
Bir tarafta sahip olduklarından gayri memnunlar, diğer tarafta inançlı, kaygılı, ancak yılgınsız, inanç abidesi, emekçi anneler.
Rabbim bu gibilerini çoğaltsın, israf ve çocuk yılgınlarına da insaf.
Kalın sağlıcakla.