Serpil Tuncer’in ‘Sinekler de Uyur’unu değerlendirmeye devam edelim ve sözlerimizi hitama erdirelim bugün.
‘Kurban’da yine bir dram, kaybeden bir kızın öyküsü anlatılır. Fakir bir ailede imkansızlıklar yüzünden kardeşlerden birinin okulu bırakmak zorunda kalışı söz konusudur. Üstelik okulu bırakacak olan kız, babasının çalışmaya başlayacağı bir çay ocağında ona yardım edecek, tüm hayallerinden de feragat edecektir.
‘Kaşe’de başrol bu kez bir erkek kahramana aittir. İşçi olarak çalışan ve kaşe basmakla ömür tüketen kahramanımızın emekli olmasına rağmen kaşelerle bağını koparamaması mizahi bir dille anlatılır.
‘Ölü Yıkayıcısı’ üst perdeden kadınların haykırışı, haklarını aramaları ile örülü etkileyici bir öykü. Erkek kahramanlar kitaptaki birçok öyküde olduğu gibi çapkın, sorumluluklarından bihaberdir. Vakti zamanında erkeğiyle yüzleşmeyen, hakkını ara(ya)mayan bir kadın, kocası ölünce gasilhanede içindeki tüm acı ve nefreti kusar, ölülerin konuşmaları duyabileceklerine dair inanca iman ederek. Öyküde sadece erkekler değil, kadınlar da kıyasıya eleştirilir; “Hiçbir kadın, bu denli kutsallaştırılarak sevilmeyi hak etmez. Kadınlar şımarık varlıklardır. Üstelik kadınlar, tek bir erkeğin gözdesi olmaktan ziyade pek çok erkek tarafından beğenilip sevilmeyi isterler. Bu durum erkekler için de geçerlidir ama sen bu işin cılkını çıkardın Hamdi Efendi. Tuttun kız kardeşimle beni aldattın.”
‘Mevsimler Geçerken’de yine hovarda erkekler, ilişki muhasebeleri vardır.
‘Bebeğini Öldür, Sırrını Sakla’, ilk bakışta başlığıyla merak uyandırıyor, “kadınlar hayvanlara benzer” cümlesiyle dozaj artar. Feminen bir bakışla ve erkeği de ironi dolu bir kurguyla kara kaplı deftere dahil eden sürükleyici bir öykü. Başarılı öykücü Remzi Şimşek’in ‘Sacit Kalamar’ını çağrıştıran ‘ Bebeğini Öldür, Sırrını Sakla’da erkek ve kadının duygu ve düşünceleri iç içe ve ortak zaman merkezinde anlatılır. Toplum eleştirilerinin, özellikle toplumda kadına bakışın yanlış taraflarına göndermelerle yüklü öyküde (“Dulluk zor zanaat bu memlekette ya da bu ülkede namus erkeğin elinin kiriydi “ gibi cümleler) cinsellik de önemli yer tutar. Yazar, burada muhafazakar kesimde pek örneğine rastlamadığımız cinselikle soslanmış bir tarz dener; “Rahim zar gibidir Zerrin. Delindi mi bırakır suyunu taşkın ırmaklar gibi. Ne var ne yok götürür içindekileri.” gibi.
Serpil Tuncer’in arayış içinde, yenilikçi bir yazar olduğu aşikâr. Yazdığı dergilerden de anlaşılacağı üzere muhafazakar bir çevrede yer bulan yazar belli kalıplara hapsolmak istemiyor, öyküsünü kısıtlamıyor, bu minvalde daha iyi öykünün izini sürüyor.
‘Hiçbirisi’, öyküde olması ve olmaması gerekenleri aynı potada gösteren ve eriten, Karl Marks’a ve Lenin’e selam çakan, yine muhafazakâr öykücülerin pek yüz vermediği konulara giren bir öykü. Anne ve oğlunun sohbetinde entelektüel bir kimliğe sahip olan gencin hayatındaki kızları evlilik penceresinden değerlendirdiği kısımlar önemli. Eflatun’un bir renk, Pluton’un bir gezegen, Bruksel’le Bruksel lahanasının karıştırılması gibi okuyucuyu gülümseten ögeler ironi kazanında fokur fokur kaynıyor, başarılı bir üslûp yani. ‘Hiçbirisi’nin dikkat çekici bir yanı da, öncülüğünü Mustafa Everdi ve Hasan Boynukara’nın yaptığı hibrit hikaye izleri taşıması. İnteraktif öyküde, genç adamın seçimlerinin doğuracağı sonuçlar ayrı ayrı ele alınır ve okuyucuya gösterilir.
Öykücülerimizde pek göremediğimiz, ustalık gerektiren tekil ikinci şahıs yani ‘sen’li anlatımın yer aldığı iki öyküden ‘Yeşil Kurbağa’ ya kıyasla ‘Sinekler de Uyur’ daha başarılı zannımca…
‘Martıya Bakmak’, duru bir dille zaman geçişlerinin başarıyla metne yedirildiği bir öykü. Kitabın son hikayesi ‘Geç Gelen Misafir’ bir dramla okuyucuyu uğurluyor. Kaybeden yine bir kadın, yazar kadınların tarafını tuttuğunu, onların yanında yer aldığını bu öyküde okuyucuya net bir şekilde gösteriyor.
Aşkın ve kadın-erkek ilişkilerinin bir mesele olarak sorgulandığı, Nazar boncuğu olarak görebileceğimiz yer yer sahicilikte küçük pürüzlerin göze battığı ‘ Sinekler de Uyur’; Serpil Tuncer’in kendine has bir öykü dili oluşturduğunu ispatlayan başarılı bir kitap. Tuncer hem öykülerine başarıyla monte ettiği bilinç akımı tekniği ile okura, doğrudan doğruya kahramanın zihninden geçenlere tanıklık etme imkanı sağlıyor hem de öykücülüğün nereye gittiğinin ipuçlarını veriyor.