Anatolia bir haberle gündeme geldi. Haberde deniliyor ki,” Konya'da Ar-Ge ve tasarım çalışmalarına öncülük etmek, üniversiteler ve kamu arasında bilgi, iletişim ve iş birliği ağı oluşturmak amacıyla ‘Anadolu Ar-Ge ve Tasarım Merkezleri Ortak İletişim ve İşbirliği Ağı (ANATOLİA)’ kuruldu.”
Konya’daki Ar-Ge ve Tasarım Merkezi temsilcilerinin katıldığı ‘Anadolu Ar-Ge ve Tasarım Merkezleri Ortak İletişim ve İşbirliği Ağının (ANATOLİA) açılımı ise Anadolu diye başlıyor.
Açıklamalarda, Anatolia’nın şehrin teknolojik dönüşümünde önemli bir rol oynayacağına dikkat çekiliyor.
Anatolia ilk dönüşümünü ismiyle yapmış zaten!
Anadolu’dan Anatolia’ya nasıl dönüşebildiğimiz, nasıl bir değişim geçirdiğimiz ise oldukça düşündürücü.
Yaşadığımız şehir olan Konya bu değişim furyasından nasibini fazlasıyla almaya devam ediyor.
Bu şehirde yakında Türkçe bir tabela arayacağız, işletme arayacağız, haberdeki gibi öncülük yapan ağların isimlerini arayacağız, bulamayacağız!
Bunu kendimize neden yapıyoruz, bilen, araştıran, merak eden var mı?
Yıllar önce Mevlana ile ilgili bir davetiye yayınlanmıştı. O davetiyeye, Mevlana’nın ismi “Mawlana-Jalal-al Din” diye yazılmıştı. Anadolu kelimesinde de durum bundan çok farklı değil
Anadolu diyemiyorlar diye, İngilizlerin dediği gibi Anatolia diye bir isim koymaktan kendimizi alamıyoruz!
Bırakında koyduğumuz Türkçe isimleri söylesinler! Bizim Anatolia demeye dilimiz nasıl döndüyse, onların dilleri de Anadolu demeye dönsün!
BURASI ANADOLU, ANATOLİA DEĞİL!
Güzel Türkçemizin canına okumak için yapmadığımız kalmadı! Bizler böyle yaptıkça, böyle davrandıkça, bize bu vatan toprağını emanet eden ecdadımızın kemikleri sızlıyor.
Anatolia bize ait olmayan bir isim? Biz kim miyiz? Bu vatanın bin yıldır asıl sahibi olan Türk Milleti!
Burası Anadolu, Anatolia değil!
Çünkü, 1071’den bu yana Anadolu dediğimiz bu coğrafyanın dağına, taşına, ovasına, yaylasına, akarsuyuna, fethedilen şehirlere Türkçe isimler koyduk. Türkleştirdik. Bu coğrafyayı kendimize vatan yaptık. Uğruna döktüğümüz şehit kanları bunun en güzel ispatı.
Şair rahmetli Mithat Cemal Kuntay, “ On beş yılı karşılarken “ isimli şiirinin son beyitinde, şöyle sesleniyor, “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır /Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Malazgirtle Anadolu kapıları açan Türk Milleti, Miryakefalonla bu coğrafyaya Türk mührü vurdu.
Sonrada bu vatan topraklarının her karışına kendine has, kendine özel isimler koydu.
Yaklaşık bin yıl önce, Sangaryosu Sakarya, Magnesia’yı Manisa, Amisos’u Samsun, Trapezus’u Trabzon, İkonyum’u Konya yapan bizim atalarımızdı.
Dağlara Aladağ dedik, Bozdağ dedik, Uludağ dedik, Beydağ dedik…
Yaylalara Çimen yaylası dedik, Uzun yayla dedik Hızır yaylası dedik, Sultan yaylası dedik, Karadağ yaylası dedik…
Akarsulara, Kızılırmak dedik, Yeşilırmak dedik, Aksu dedik, Göksu dedik.
Fethettiğimiz şehirlere Akşehir dedik, Beyşehir dedik, Alaşehir dedik, Yenişehir dedik, Eskişehir dedik, Viranşehir dedik.
Kurduğumuz pazarlara Şalpazarı dedik, Şenpazar dedik dedik, Pazaryeri dedik, Beypazarı dedik, Yenipazar dedik,
Hisarlara Akhisar dedik, Yeşilhisar dedik, Doğanhisar dedik, Şebinkarahisar dedik, Afyonkarahisar dedik…
BU COĞRAFYAYA NEDEN Mİ ANADOLU DEDİK?
Dağına taşına kurban olduğumuz, vurulduğumuz, candan da öte sevdiğimiz bu coğrafyaya Anadolu dedik. Kendimize ait bir isimle taçlandırdık. Efsanelerle, hikayelerle, destanlarla her köşesini süsledik.
Nasıl mı?
Bir efsane anlatırlar, bu efsanenin konusu, Kızılcahamam’ın Taşlıca köyü civarında geçen;
Alaeddin Keykubad asker toplar, sefere çıkar, dağ-taş, dere-tepe aşarlar. Ağustos güneşi, dudakları çatlatır, asker su diye kıvranmaya başlar. İşte bu sırada, tâ karşıki tepelerden omzunda ayran bakracı, ak saçlı bir nine görünür. Yanık dudakların tek umudu bir ihtiyar anada. Kadın, buradaki taş oluğun başına gelir, ayranını döker. Askerler oluğun başına üşüşürler. bölük bölük ellerindeki bakır mataraları doldururlar.
– Doldur oğlum!
– Dolu ana…
– Doldurun yiğitlerim!
– Ana dolu…
İhtiyar anne ‘doldur!’ dedikçe askerler ‘ana dolu!’ diyerek buz gibi ayranla bağırlarını serinletirler.
“Doldu ana.. ana doldu.. Ana dolu.. dolu.. dolu.. Anadolu! diye bir uğultu çöker orduya, bütün ova tek bir kelimeyi söylemektedir.
Anadolu…Anadolu…Anadolu…Öyle ki bir bakraç ayran, koca bir ordunun susuzluğunu giderir.
İşte, efsanelere konu olan bu coğrafya bugün üzerinde üç devlet kurduğumuz Anadolu’dur.
TÜRKÇEMİZİ CAN EVİNDEN VURUYORUZ!
Son yıllarda Türkçe olmayan isimlere aşırı merak sardık. Mekanlarımıza, işletmelerimize, çalışmalarımıza Türkçe olmayan, Anadolu’nun Roma dönemindeki, yada Antik çağlardaki isimlerini koyma furyası başladı.
Bu furya bayağı bir sardı. Sonra moda oldu. Bu işten aşırı bir zevk aldık, hatta vazgeçilmezlerimiz arasında baş köşelere yerleştirdik.
Bunlardan biri de Anatolia…Anadolu yaptığımız coğrafyada, bize ait olmayan bir isim.
Anadolu demek varken, Anatolia diyerek nereye varmak istiyoruz? Bu bir kısaltmadır demek, zevahiri kurtarmıyor. Türkçe bir kısaltma neden düşünülemedi sorusuna bir cevabınız var mı?
Siz bugüne kadar, İngilizlerin, Fransızların, Amerikalıların, Arapların, Rusların Türkçe bir kısaltma yaptıklarına hiç şahit oldunuz mu?
Biz ise adeta ne için yaptığımızı kendimizin de bilmediği bir şirinlik yaparken, Türkçemizi can evinden vurmaya devam ediyoruz.
BİZİM BEYNİMİZ FİLAN MI YANDI?
Anatolia varda Konia yok mu? Konia isimli kaç işletme, kaç şirket, kaç tabela var biliyor musunuz?
Bir başka kelime İkonia!
Bu şehir, Türk Oğuzların Üçok kolunun Kınık boyundan Kutalmışoğlu Süleymanşah arafından fethedilmiş bir şehir.
Yüzyıllardır bir Türk şehri.
Roma dönemine geri dönüp Konia demenin, İkonya demenin, İkonyum demenin nesi güzel?
Nesi hoş? Nesi cazip?
Konya’ya Konia demekle, Anadolu’ya Anatolia demek aynı furyanın devamı!
Bizim beynimiz filan mı yandı?
Hatırlarsanız, Konya’da her şey Kule City ile başlamıştı. City tepki alınca, Site dendi. City İngilizcede, Site eski Yunanda şehir demekti! Kendi şehrimize İngilizceden, Yunancadan isimler takmakla başladı her şey!
Şehir olarak Türkçe isimler kullanmama konusunda kantarın topuzunu kaçıralı da çok oldu. Suriyeli sığınmacıların açtıkları dükkanlara kendi dillerinde tabelalar asmalarından sonra, şehrimizi önce Halep şehrine benzetenler oldu. Sonra, kendine bile benzemeyen, adeta kendini dilini, lisanını inkar eden, reddeden tabelalarla donattık şehrimizi!
Şehrin bu halinden memnun musunuz? Bu işler inanın şirazeden filanda çıktı!
Git gide, ne yaptığını bilmeyenlere, nereye varmak istediğini bilemeyenlere dönmeye başladık. Aklımız başımızda mı diye arada bir kendimize sorduğumuz olmuyor mu?