Gazeteniz Pusula’dan Derya Demir, hoş ve güzel bir haberin altına imza atmış.
Manşetin başlığı şöyle: “Konya’nın yüzde 35’i İmam-Hatip’li”
Böylesine bir güzellik her şehre nasip olmaz.
166 İmam-Hatip Ortaokulu’nda okuyan talebe sayısı 52 binin üzerine çıkmış ve bu sayı diğer ortaokullarındaki oranla karşılaştırıldığında yüzde 35’e tekabül ediyormuş. 2 bin öğrenciye yaklaşan ve çift öğretim yapan Karatay Belediyesi İmam-Hatip Ortaokulu, en kalabalık ortaokulu olma özelliğini taşıyormuş. Sınıflarda 35-40, sıralarda ise 3’er öğrenci ders görüyordur herhalde.
Bana göre nicelik değil, önemli olan niteliktir.
Kaliteli dindar genç yetiştirmek ve İmam-Hatip’li olmak elbette bir ayrıcalıktır.
Konya bu açıdan gerçekten ayrıcalıklı bir şehir midir?..
Bunun cevabını “huzur şehri Konya” sloganında bulmak elbette mümkündür.
Bu okullarımızda “kalite” sorunu ön plandadır.
Kafaları daha çok bu alanda çalıştırmakta fayda var.
Daha kaliteli ve daha dindar nasıl İmam-Hatip’li yetiştiririz?..
***
Şu “holdingcilik” oyununun oynandığı dönemde Konya’nın adı “üçkâğıda” çıkmıştı. O yıllarda Almanya’ya gittiğimizde, “Konya’dan geliyoruz” dediğimizde; bizi “yoksa üçkağıtçılık yapmaya mı geldiniz” diye karşılamışlardı.
Bu üçkağıtçı holdinglerin başındaki yöneticilerin kaçta kaçı İmam-Hatip’liydi acaba?...
Bunlar arasında “hoca” olan yönetim kurulu başkanları da var mıydı?
Yukarıda da ifade ettiğim gibi nicelikten çok niteliğe bakmak ve değerlerini üc-bes kuruşa değişmeyen esvapta insanlar yetiştirmek en güzeli…
***
Milli Eğitim Bakanı’nın açıkladığına göre; 2019 yılına kadar Türkiye’de tekli eğitime geçilecek.
Bizim gençlik yıllarımızda çiftli öğretim yoktu. Köyden şehre ne zaman ki göç başladı ve kentlerin nüfusu arttı o zaman çiftli ve hatta 28 Şubat dönemimde Konya’da bir ara Dündar Otel’de yapılan toplantıda velilerle birlikte üçlü öğretim bile tartışıldı.
Yap-boz tahtasına döndürülen eğitimde kalite düştükçe insan denen meçhul varlığı anlamak da o derece güçleşiyor.
Baksanıza, toplu ulaşım vasıtalarından belediye otobüsüne “neden yavaş bindin” kavgasında, silleyi yiyen belediye şoförü oluyor. Halbuki kabahat o belediye şoföründe değil, o şoförleri “at arabası yarışçısı” haline dönüştürerek binen yolcuya karşı daha agresif hale sokan ve şoför geç kaldığında mükâfatı ceza olan “hareket saati sistemi”nde aramak gerekiyor.
LOZAN BU ÜLKENİN TAPUSU MUDUR?
CHP Konya İl Örgütünden yapılan açıklamada öyle diniliyor.
Prof. Dr. Caner Arabacı’nın, Kon Tv'deki cuma günkü akşam sohbetinin sonuna ancak yetişebildim.
"Lozan zafer mi hezimet mi?" sorusunun cevabı, aslında hilafetle alâkalı. İngiltere toprakları üzerindeki taşınır ve taşınmazlarla birlikte bütün mülkler Büyük Britanya Kraliçesi'nin malı olduğuna göre, o kraliçe, hilafet kaldırıldığı zaman Lozan antlaşmasını imzalamıştı.
Aslında Atatürk de, “Halife” olmak istiyordu. O dönemki konuşmaları da bunu teyid ediyor. Lozan'daki satranç oyununda İngiltere; “Hilafetin kaldırılması” şartını öne sürünce, hilafet makamı da böylece tarihe karışıyordu...
Dr. Rıza Nur, Lozan'ın tek kişilik sekretaryası olarak “İsmet İnönü” yerine diğer ismi önermiş olsaydı, Lozan’daki kongrede durum Türkiye’nin lehine daha farklı olurdu herhalde...
AZİZİM DİYOR Kİ…
Belli bir bilim dalında, belli bir konuda bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme işi olan eğitim, en pahalı olan bir uğraş alanıdır.
İnsanı eğitmek, hayvanı eğitmekten daha zordur.
Bundan dolayı Yüce Mevlâ, hakiki eğitim kitabında “anne ve babana “üf” bile deme” kaidesini koymuştur.
İşte bundan dolayı İmam-Hatip’li olmak bir ayrıcalıktır.
Tabiki anlayabilene…