Hayatımda en çok mutlu olduğum anlardan birisi, o zamanlar Türkiye'nin en meşhûr ses sanatçılarından Asu Maralman'a İstanbul Müftü Yardımcısı olarak, Müftülük İhtidâ odasında üç kere kelime-i şehâdeti (eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasûlüh) söyleterek müslüman olmasını sağladığım andır. Çünkü bir insanın imâna sâhip olması, en ağır hastalıktan kurtulmasından daha önemlidir. İmâna sâhip olan kişi ebedi hayatını kurtarır, en ağır hastalıktan kurtulan ise, 50-60 senelik bu fâni ve geçici hayatını idâme ettirir. Elbette ebedi hayat daha mühimdir.
Dünyada iyi ve faydalı şeyler, kötü ve zararlı şeylerle karışıktır. Seâdete rahat ve huzura kavuşmak için hep iyi ve faydalı şeyler yapmak lazımdır.
Allahü Teâlâ çok merhametli olduğu için, iyi şeyleri kötülerden ayıran bir kuvvet yaratmıştır. Bu kuvvete “akıl” denir. Temiz ve sağlam olan akıl, bu işini çok iyi yapar. Günah işlemek ve nefse uymak, akıl ve kalbi hasta yapar. İyiyi kötüden ayıramaz. Allahü Teâlâ merhamet ederek, bu işi kendi yapmakta ve iyi işleri Peygamberler vasıtası ile bildirmekte ve bunları yapmağı emir etmektedir. Bu emir ve yasaklara “din” denir. Muhammed aleyhisselâm bildirdiği dine “İslâmiyet” denir. Rahata kavuşmak için islâmiyete uymak, yani Müslüman olmak lazımdır. Bunun için de, önce kalb ile imân etmeli, sonra da islâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmeli ve yapmalıdır.
Âhir zaman, Ehl-i sünnet itikadını doğru öğrenip, iman hırsızlarına karşı imanı koruma zamanıdır. Başka şey çalınsa o kadar önemli olmaz; ama Allah korusun, imanı çalınan sonsuz olarak Cehenneme gider. İlmihalini bilmeyen, imanını koruyamaz.
Bozuk din adamlarını dinlemek, bozuk bir din kitabını okumak çok zararlıdır; çünkü imanı kaybetme tehlikesi var. İnsan altını, elması sokağa bırakmaz. Aksine, en iyi şekilde korumaya çalışır. İman ise bunlarla kıyaslanamayacak derecede kıymetlidir. Bu yüzden, öyle kimseleri dinlemek, öyle yazıları okumak çok tehlikelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), “Tefsir ilminden haberi olmadan, Kur’ân-ı kerîme kendiliğinden mana verenler, Cehennemde, ateşten kazıklara oturtulacaklardır.” ve “Bir zaman gelecek, din âlimi kalmıyacak. Câhiller din adamı yerine geçirilerek, bilmeden fetvâ vereceklerdir. Bunlar, doğru yolda olmayacak ve herkesi, doğru yoldan çıkaracaklardır.” buyurmaktadır.
Bir gün Hazret-i Huzeyfe, Resulullah efendimize sordu:
— Yâ Resulallah, acaba Müslümanlar İslamiyet’ten önceki hallerine döner mi?
— Hayır, dönmezler; ama bizden sonra bulanık bir zaman gelir.
— Bulanık ne demektir yâ Resulallah?
— Yani iyiler olur, kötüler olur, âlimler olur, zalimler olur, karışık bir zaman olur. Ondan sonra, daha kötü bir zaman gelir.
— O zaman neler olur ya Resulallah?
— O zaman, dini anlatanların peşine gidenler Cehenneme gidecek.
— Din diye neyi anlatacaklar?
— Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriften bahsederler. Ancak Allah’ın, Resulullahın bildirdiklerini değil, kendi düşüncelerini Allah’ın, peygamberin emri gibi anlatırlar. İşte onların peşinden gidenler felakete uğrayacaktır.
— Yâ Resulallah, o zamanda ben dünyaya gelmiş olsam ne yapmam gerekir?
— Dünyada hak yolda olan bir topluluk kıyamete kadar bulunur. Bu topluluğu bul, onlara uy ve kurtul!
— Yâ Resulallah, o topluluğu de bulamazsam ne yapmalıyım?
— Onu da bulamazsan evinde otur, kimseye karışma! (Mişkâtü'l-mesâbih)
Allahü teâlâ, kimseyi karanlıkta bırakmasın! Müslüman olarak çok şanslıyız. O kadar şanslıyız ki, kör bir insanın hayatıyla gözü açık bir insanın hayatı bir olur mu? Allah’a, Peygambere iman eden, gözü açık, görebilen bir insana benzer. Bundan mahrum kalanlar, köre benzer. Köre yani imanı olmayana ise bir şey yapılmaz, sadece acınır. Gerekirse elinden tutulur; ama o insanla tartışılmaz, kavga edilmez.
Allahü teâlâ, son nefeste imân ile çene kapamayı nasip eylesin.