(Anne babalarımız yaşlanınca niçin yanımızda kalmazlar?)
Bundan 25-30 yıl önceleri bir iki odalı evlerde ortalama 5-6 kardeşli evlerde otururduk. Evde genelde sadece baba çalışır. O kadar kişiye bakardı. Kardeşler aynı yatağı, yorganı paylaşır, büyüğün elbisesi küçülünce küçüğe geçerdi. Dizler eskidiğinde yama vurulurdu.
Zengin-fakir her aile ayağını yorganına göre uzatırdı. Lüks tüketimden ziyade zaruri ihtiyaçların giderilmesi öncelikliydi.
Ağabeyimizin evlenme vakti gelince kız istenmeye gidilir. Kız babası "ayrı mı alacaksınız, beraber mi" diye sormazdı. Evin bir odası ağabeyimize ve yengemize tahsis edilirdi. Birkaç yıl sonra evlenme sırası gelen ağabey evleneceğinde önceki evlenen bir başka eve çıkar. Ağabeyin boşalttığı oda yeni gelin-damada bırakılırdı. Bu şekilde evin en küçük erkeği de evlendirilir. En küçük, babanın yanında oturmaya devam ederdi.
Eve gelen gelinler kayınbabayı, kayınvalideyi, çelebiyi ve görümceyi daha iyi tanırdı. Gelin-kaynana, gelin-görümce arasında çıkan sorunları tek otorite olan evin direği baba çözerdi. Babanın sözünün üzerine söz söylenmezdi. Yeni doğan torun/yeğen tüm ailenin içerisinde akrabaları tanıyarak büyürdü. Kimse birbirini yabancı görmezdi. Herkes ailenin birinci sınıf ferdiydi. Anne-babalar gelin-oğul-torun elinde dünyasını değiştirirdi. Diyeceğim o ki her aile büyük aileydi. O kalabalık nüfusa küçük evler dar gelmezdi.
90'lı yıllarla başlayan, günümüze kadar artarak devam eden yeni modelimiz; Küçük aile modeli. Yani önceki hayatın tam tersi…
Önce hayatımıza 100 m karelik evler girdi. Önceki evlere göre saraydı. Oğlan evleneceği zaman kız istenmeye gidildiğinde "ayrı mı alacaksınız, beraber mi" soruları sorulmaya başlandı. Çok geçmedi, "beraber alacağız" sözü ayıplanır oldu. Şimdilerde sorulmaz oldu artık böyle bir soru.
Oğlan evlenmeden ilk önce damat evi kiralanır oldu. Artık herkesin evi barkı ayrı... Eskiden herkes birbirine bakarken şimdi herkes kendine bakar oldu. 100 metre karelik evler şimdi fakir ve dar gelirlinin oturacağı evdir. 120, 130, 140, 150... vb metre karelik evler çekirdek ailelerin tercih mekanları oldu. Haftada, on beş günde baba-oğul, gelin kaynana misafir gibi birbirine lütfen gelir gider oldu. Çocuklar; büyükler olmadan koca evlerde, kreşlerde, bakıcıların elinde büyümeye başladı. Çocuk, bakıcıyı kendine daha yakın bulmaya başladı. Çocuk/torun; anne-babaya, büyükanne-büyükbabaya, amca ve halaya yabancı büyüyor artık.
Mehmet Okuyan'ın oğlu ile Mustafa İslamoğlu'nun kızı evlendiği zaman İslamoğlu, "Kız evden gitti" deyince Okuyan, "Senin kız evden, benim oğlan elden gitti" diyerek günümüzü anlatmıştır.
Günümüzde ataerkil aileden anaerkil aileye, büyük aileden küçük aileye doğru evirildik. Bir Fransız atasözü var: "Oğul kazanmak istiyorsan kızını evlendir. Kaybetmek istiyorsan oğlunu evlendir" diye.
Sadede geleyim. Şimdi anne babalar koca evlerde yapayalnız. Oğlan gelecek, gelin gelecek, kız gelecek, torun gelecek diye bekleyiş içerisinde. Yalnızlara oynuyorlar. Gelin-damat, "Gelin burada kalın" dese de anne babalar evladının evinde kalamaz oldu. Çünkü kendilerini yabancı hissediyorlar, eğreti görüyorlar. Rahatsız etmeyeyim, rahat edemezler ya da rahat edemem diye düşünmektedirler. Bakıma muhtaç olsalar da evlerini terk edemiyorlar. Acaba sebebi nedir? Bunun üzerinde durmak gerekiyor.
Kanaatimce oğlan-gelin, kaynana-kaynata ile hiç birlikte kalmayıp ilk evlendiğinde ayrı evde oturunca birbirlerine karşı ısınma, tanıma ve ülfet meydana gelmiyor.
Anne ve babalar, bakıma muhtaç oldukları zaman eğer çocuklarının evine taşınmak zorunda kalırlarsa o kaldıkları ev kendilerine zindan hale gelebiliyor. Anne-babaların en rahat ettiği evladının evi, eğer oğlan-gelin geçmişte baba-annenin yanında kalmışsa o oğlan ve gelininin yanında daha rahat kalabiliyor.
Eskiden imkansızlıklar dolayısıyla bir evde kalmak, insanları terbiye ediyormuş gerçekten. Şurada 8-10 yıl sonra anne-babalar, oğlumun evine gitmektense evimde yalnız ölürüm ya da huzurevine sığınırım deme noktasına gelecekler. Hele anne-baba, bakıma muhtaç hale geldiğinde evlatları arasında bir gün dahi sektirmeden "Sıra sende" nöbeti, sanırım en fazla bize saçını süpürge eden anne babalarımızı yaralar. Hoş devlet hasta olana bakana para da veriyor artık.
Anne-babalarımızla kalmayan bizler sanki yaşlanmayacağız, bakıma muhtaç olmayacağız. Şunu unutmayalım ki sağlamken anne babasını ihmal eden hastayken hiç bakmaz. Halbuki doğduğumuzda ne kadar da sevinmişlerdi. Hastalandığımızda sabahlamışlardı belki de. Yüreğimiz varsa bir soralım: "Doğduğumuz zaman ki sevinciniz devam ediyor mu" diye. Soramayız. Çünkü iyi yapmıyoruz. Doğru yolda değiliz. Belki de içimizdeki mutsuzluğun sebebi budur.
Hani inandığımız dine göre, onlara biz öf bile demeyecektik. Küçükken bize baktıkları gibi biz de büyüdüklerinde onlara bakacaktık. İstisnalarımız vardır. Onlardan Allah razı olsun. Ama büyük bir çoğunluğumuz iyi bir imtihan vermiyor. Bu gidişle biz sadece huzurevlerinin sayısını artırırız. Unutmayalım ki Peygamberimiz, 3 kişinin duası geçerlidir der. Bunlar: "Misafirin duası, anne-babanın evladına duası, mazlumun duası." Babaların evladına yapacağı dua bedduaya dönmez inşallah. Şunu hiç birimiz unutmayalım ki herkes ektiğini biçer. Kim, kime ne şekilde davranırsa evladından da onu görecektir. Ayrı evlere alıştık. Bari sık gelinip gidilse...
Yazımı uzattım farkındayım. Ama şu fıkrayı da yazmadan edemeyeceğim:
Babası küçük Nasrettin'e incir getirir şehirden. Küçük Nasrettin çok sever bu meyveyi. Gel zaman git zaman hoca büyür, yolu şehre düşer. Hemen bir manavın önünde durur. Meyvelere göz gezdirir. Tadı damağında kalan meyveyi göremez. Ne aradığını sorar manav. Hoca, ismini unuttuğunu söyler. Manav, "Tarif et, nasıl bir yiyecekti" der. Hoca, "İçi çekirdekli, dışı yeşildi" deyince manav, "Hâ sen patlıcan istiyorsun" diyerek patlıcanı poşete doldurur. Hoca yılların özlemini gidermek için sabırsızlanır, daha yoldayken poşetten bir patlıcan çıkarır ve ısırır. Bakar ki tadı acı mı, acı... Eski tadı bulamayan Hoca,"Ulan büyüyünce ne kadar da acı oluyorsun" der.
Bu fıkranın üzerine var mı söz söyleyecek? Sonunda hepimiz patlıcan olduk. Babalarımız patlıcanın küçüğü inciri istiyor haberimiz olsun. Anne babasının gönlünü alan, hayır duasını alan evlatlara selam olsun...
Not: Arşivimde unutulmaya yüz tutmuş bu yazımı bugün buraya taşımamın nedeni, bayramda bana gelen bir whatsapp mesajıydı. Gelen mesaja baktığım zaman yazı “İncir misin yoksa patlıcan mı” başlığıyla 04/12/2015 yazdığım yazıdan başkası değildi. Tek farkı, yazının bitimine (alıntıdır) yazılması. Yani ismime yer verilmemiş. İstifadenize sunmak istedim.