MEVLÂNÂ DİYOR Kİ: “İnsan görüşten ibarettir; ötesi ettir, deridir/ Gözü neyi görürse odur, o şeyden ibarettir/ Gördüğün, bildiğin pisse, bil ki osun sen.”
Hz. Mevlâna, Yedi Vaazı’nın ilkinde Müslümanları pek çok konuda uyarıcı açıklama ve yorumlarda bulunuyor. Her vaazı nice hikmetli sözler ve beyitlerle süslenmiş ve gönüllere şifa veren ibretli hikâyelerle bezenmiş halde önümüze koyan Hz. Pîr, Müslümanları israf konusunda şu sözlerle uyarıyor:
“Ey hadden aşırı hareket eden Tanrı kulları, ey yoldan pek uzak düşenler. Sen sanma ki hadden aşırı hareket, israf, birkaç kuruşu boş yere harcamandır; yahut eşek yükü buğdayı hesabını bilmeden sarfetmendir; yahut da mirasa konduğun birçok malı yemeye-içmeye harcedip elden çıkarmandır. Asıl büyük israf, aziz ömrünü harcamandır; çünkü bir anlık ömür, yüzbinlerce kuruşa alınamaz. Mücevherler vakitle alınabilir ama, vakitler mücevherlerle alınamaz. Yâni, ömür mühlet verirse, vakitle yakutlar da elde edilebilir ama yüzbinlerce yakutla, yüzbinlerce mücevherle Ömrün vakitleri satın alınamaz.”
Nefislerine uyup haddi aşan zâlimleri kasap ve kuş hikâyesiyle uyaran Hz. Pîr, başkasına kötülük edenin ve kuyusunu kazanın aslında kendisine kötülük ettiğini ve kendi kendisinin kuyusunu kazdığını bize şu sözlerle anlatıyor: “‘Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket edenler.’ sandınız ki başkalarına zulmettiniz, fakat bu zulmü kendinize ettiniz. Düşmanlarınızın dükkânını yakıyorsunuz diye seviniyordunuz; oysa ki kendi dükkânınızı ateşe verdiniz, kendi sermayenizi yaktınız. Kötülük etme, kötülüğe uğrarsın; kuyu kazma kendin düşersin.
Yoksulun gönlünü kebab edip yiyen zâlim
İyice dikkât edersen görürsün ki kendi budunu kızartıp yemededir.
Hikâye ederler: Kasabın biri veresiye et verirmiş. Bir çocuk da çırağıymış. Dükkânda veresiyeleri yazarmış. Kasap yaz dermiş; filân bu kadar borç aldı, filânda bu kadar alacağımız var. Günün birinde leş yiyen bir kuş uçup havadan iner; bir parça et kapıp havalanır gider. Kasap, çocuk der, yaz; etin dörtte bir parçası, şu leş yiyen kuşta; onda da bu kadar alacağımız var. Bir başka gün, leş yiyen kuş, âdet edindiğinden gene gelir, et kapmaya uğraşır. Kasap, bir düzen kurmuş; kuş tuzağa tutulunca başını koparır, kanaraya, öbür kuşlara ibret olsun diye asar. Çocuk, usta der, senin kuştaki alacağını yazdım; "Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket edenler" hükmünce hani; şimdi kuşun da sende alacağı var, ne kadar yazayım? Usta, yenini-yakasını yırtar da der ki: Et işi kolay, fakat baş isterlerse ne yapacağım ben? "Allah rahmetinden umut kesmeyin" yâni bu boğucu, bu derin suya düştünüzse umutsuzlanmayın. Bâzı tefsir imamları derler ki, bu âyet Allah ondan razı olsun Hamza'nın kaatili Vahşî'nin hakkında gelmiştir. Hamza önce savaş arslanıydı, sonra Tanrı arslanı oldu. Önce Peygamberin amcasıydı, yakınıydı; sonunda oğlu oldu. Müslümanlıktan sonra bu Hamza, savaşa giderken zırh giyinmezdi. Ey Arabın arslanı derlerdi, gençken pek yiğit ve kuvvetliyken zırh giyerdin, başına tolga vurunurdun; şimdi yaşlandın, bedenin zayıfladı; sebep nedir ki zırh giyinmiyorsun, zırhsız olarak savaş safına giriyorsun? Hamza, o vakit derdi, arslanda nasıl yaradılıştan bir yiğitlik varsa, nasıl yaşamak, diri kalmak umuduyla canıyla oynamazsa, huyutabiati oysa ve bu yüzden de ölüm korkusu ona görünmezse, ben de yaradılıştan yiğittim, huyumda yiğitlik vardı, pervanede, Îbrâhîm'in ışığı yoktur ki Tanrıya dayansın. Netekim susuzluk illetine tutulmuş adam da, su içme yüzünden elinin, ayağının şiştiğini görür; görür ama su içmekteki tat bütün bunları ondan gizler, ölümü düşünmez bile. Ben ki Hamzayım; o yiğitliği, o cesareti, tabiatım dolayısiyle yapıyordum; ölümde bir yaşayış gördüğümden değil; o ışık yoktu bende. Şimdi ise inandım, tabiat karanlığı, gözümün, gönlümün
önünden kalktı; ölümden, öldürülmekten sonra cana ne dirilikler var; canların, salt canlar meclisinde huzur şarabını nasıl içtiğini, elsiz kadeh tutup, ağızsız, dudaksız içerek, başsız nasıl baş salladıklarını, ayaksız nasıl ayak vurup oynadıklarını gördüm. "Allah yolunda öldürülen kişiyi ölü sanma; diridir onlar ve Rableri katında rızıklanırlar, ferah-fahûr bir halde;" yâni, bedensiz, midesiz, dudaksız, ağızsız yerler, içerler. Canlar, huzur şarabını içtiler mi, gayb âleminde hay-huylar ederek derler ki: Ey toprak kalıpta umutsuz kalanlar, bu toprak kalıp kırılırsa yemekten-içmekten kalacağız, aydın günden mahrum olacağız, daracık mezarda mahpus olacağız diye umutsuzluğa düşüyorsunuz ama, bir de bizim halimize bakın da görün. Ey mezarda kör kalan; o bakış, o görüş, kâfir bakışıdır, kâfir görüşüdür, inananın bakışı, görüşü değil; kâfir, kendini kör görür, fakat arslan kendini kör görür mü hiç? Kâfirler, "Öldükten, toprak olduktan sonra mı dirileceğiz" derler. Durağını, konağını mezar gören kişinin ayağında ne kuvvet kalır ki? Hangi gönülle konaklardan uçar, durakları aşar, beden, gönülle yol alır, gönül de görüşle hareket eder. Birisinin görüşünün Kıblesi mezar olursa onun ne gücü kalır, ne kuvveti kalır ki? Gözü görenlerin ayaklarının bastığı toprağı gözlerinize çekin de gözünüz, toprak görmesin, mezar görmekten vazgeçsin. Çünkü bu yan toprak ve mezar değildir, tertemiz ışıktır. Mezarla toprak nerde, tertemiz ışık nerde?
İnsan görüşten ibarettir; ötesi ettir, deridir;
Gözü neyi görürse odur, o şeyden ibarettir.
Gördüğün, bildiğin pisse, bil ki osun sen.
Sonunu toprak biliyorsan topraksın; kendini temiz biliyorsan temizsin. Evet, Hamza onlara cevap verdi de dedi ki: O vakit ben, savaş zamanlarında zırh giyiyordum; çünkü, ölüme gidiyordum, yaralanmaya gidiyordum. Ölüme zırhsız, engelsiz gitmek, akıl kârı değildir. Şimdi ise inanç ışığıyla görüyorum ki savaşa giderken yaşayışa gitmekteyim. Diriliğe, yaşayışa zırhla, engelle gitmek de akıl kârı değil.”
YARIN: Barsîsâ, şeytanın hileleri ve kadın…