Allahü teâlâ'ya habîbi Hazret-i Muhammed aleyhisselâma bizi ümmet yaptığı için ne kadar şükretsek, yine de azdır. Çünkü bize dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşturacak doğru bilgileri aktarmış ve bize karşılıksız kan ve can veren Allahü teâlâ'nın her türlü noksan sıfatlardan münezzeh bir yaratıcı olduğunu bildirmiştir.
Komünist, mason ve ateistlerin Allahü teâlâ'nın varlığını inkâr etmeleri, Hristiyan ve Yahudilerin teslis (üç tanrı: baba, oğul, rûhü'l-kudüs) inancında olmaları, ne kadar büyük bir bedbahtlık ve ahmaklıktır.
Allahü teâlâ vardır ve birdir. Nitekim Ankara valiliği yapan Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi'nde, "İğne ucu kadar küçücük olan göz bebeği ile dünyâdan çok uzakta (150 milyon kilometre) bulunan güneşi görmesi ve kışın yağan kar taneciklerinin gökten birbirine değmeden yere düşmesi, Allahü teâlâ'nın varlığına delildir.
Aksi halde kar tanecikleri birleşip büyük kar yığınları hâlinde yere düşseydi, insanların hâli ne olurdu?" demektedir. Diğer taraftan İmâm-ı Gazâlî (ö.1111) şöyle buyurmaktadır: "Her insanın en büyük gayesi, hayatı boyunca onsekiz yaşındaki gibi genç ve dinç kalmaktır.
Maalesef bu mümkün değildir. O halde en büyük gayesini gerçekleştirmekten âciz olan her insan noksandır. Her noksan da, bir mükemmele muhtaçtır.
Bu mükemmel ise Allahü teâlâdır.
Bu yüzden insanın Allahü teâlânın varlığına başka yerde delil aramasına gerek yoktur. Allahü teâlâ'nın varlığına en büyük delil, insanının kendi varlıdır."
İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Mektûbât adlı eserinde buyurduğu üzere, sıradan insanlar "niçin" sorusuyla Allahü teâlâ'nın varlığına delîl ararlar.
Âlimler ise, "elbette" sözüyle, Allahü teâlâ elbette vardır derler ve herhangi bir delîle gerek duymaksızın inanırlar.
Âmennâ ve saddaknâ.