İpin ucu kaçtı deyimi “işi düzgün bir biçimde, yolunca, gereğince yürütme imkânlarını yitirip duruma hâkim olamamak; işte ya da bir şeyi kullanmada ölçüyü kaçırmak” anlamına geliyor. Yazımın konu başlığına bakılırsa insan-vicdan arasındaki irtibatı, çevre-gıda alakası detayında ele alacağız.
İş için (özel veya resmi) 5-10 km’lik şehir içi seyahatlerimi büyük oranda yürüyerek yapmayı adet edindim. Bu durum hem şehrin trafik magandalarından koruyor, hem de sağlıklı olmama yardımcı oluyor. Bu manada günlük yürüyüş mesafem 10-15 km arasında değişiyor, diyebilirim. Yürüyüşlerim bana aynı zamanda şehri müşahede etme ve denetleme şansını veriyor. Öyle de olunca şehrin güzellikler-çirkinlikleri yanında, gerek belediyelerin gerekse de vatandaşlarımızın yaptıkları doğrularla birlikte yanlışları veya eksiklikleri tespit etme şansım oluyor. Bir nevi gönüllü müfettişlik denebilir.
Her şeyin hoş olan olmayan bir bedeli vardır. Bunu düşünmeden, gördüğüm yanlışlara zaman zaman, zor da olsa eğitim veya hatırlatma amaçlı müdahale ediyorum. Mesele, yere tüküren birine, çöp veya sigara izmariti atana, doğru bir üslupla bu işin yanlış olduğunu, yapmaması gereğini söyleyebiliyorum. Buna karşı aldığım tepkiler ekseriyetle müspet oluyor. Geçen hafta yere tüküren genç, yakışıklı ve güzel giyimli birisine, gülerek “yakışıklı yere tükürmek sana yakışmadı” dediğimde, cevap “haklısınız” oldu. Bu tür olumlu tepkiler bana cesaret veriyor, bir başkasına da kullanma gücünü tanıyor.
Hele de gıda atıklarını (bazen atık artık oluyor) hayvanlara vermek amacıyla şehrin merkezi yerlerine rastgele atılması ve çevreye verdiği zarara hiç dayanamıyorum. Şunu iyi bilelim, kim ki hayvanlara düşman; sevgi nedir bilmez, muhtemelen insana da düşmandır. Her insanın içinde hayvan sevgisi mutlaka olmalıdır. Hayvan sevgisi olmayan insanlardan iyilik beklemek çok zor. Bu konuda A. France “insan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz” diyerek ne de güzel söylemiş.
Esas konumuz sahipsiz köpekler, kediler ve özellikle kış aylarında aç kalan kuşları beslemek amacıyla doğru yanlış evsel atıkları sokaklara rastgele atmalarıdır. İnsanımız o kadar vicdan sahibi ki, bazıları vicdanlarına rahatlatmak için (sokak hayvanlarını aracı kılarak) evlerinde artan ne tür gıdaları sokak sakinleri ile paylaşmak üzere parklara, ağaç dalları ve diplerine, duvar üstleri ve kenarlarına; kısaca dikkat etmeksizin ellerinin ulaştığı yerlere bırakmaktalar. Poşet içinde askıda ekmek, makarna, fasulye-nohut, pizza, etliekmek; hatta dolma-sarma da dâhil menüyü tamamlamaktalar. Demiryolu caddesinde aylarca küflendiği halde üst üste atılan bazlamalar, pideler, hangi birini sayalım.
Hazır sanayi yemlerini tercih eden, atık gıdalara tenezzül etmeyen hayvanlar için atılan atıklar bir süre sonra bozulmakta, küflenmekte, fayda yerine insana ve çevreye zarar verir hale gelmektedir. Çevreyi temizlemekle görevli olan belediyeler zannederim durumdan habersizdirler ki bazen aynı yerde 2-3 ay bekleyen küflenmiş atıklarla karşılaşabiliyorum. Yağış ve sıcak görerek küflenen gıdalardan hastalık yapan bakteri-mantar-virüsler çevreyi kirlettiği gibi % 30’lara varan gıda israfına da sebep oluyor.
Almanya, Fransa ve Hollanda'da sokakta başıboş gezen hayvanların toplanmasından ve bakımından belediyeler sorumlu. Buralarda evcil hayvan beslenmenin ihlali durumda hapis cezalarıyla sonuçlanan katı kurallar var. Evde hayvan besleyenler vergi vermek, belli türler için eğitim almak zorunda.
Sorumlusu kim veya hangi kurum olursa olsun, şehri çöplerden temizlemek ne ise iyi niyetle de olsa kontrolsüzce atılan gıda atıklarının ileride daha büyük zararlarına mani olmak adına, aynı şeydir. Belediyelerden beklenen bu tür temizlikler için oluşturulan özel timlerle konuyu çözmeleridir.
Aksi, bazılarının sahte vicdan kurgusuna ortaklık, çevre-gıda ve insan sağlığını hiçe saymaktır.