İnsan yaratılışından bu yana bir serüven içindedir. Başı ve sonu kendince bilinmeyen, bir bilen tarafından yön verilen, hatalarıyla sevaplarıyla yönünü tayin ettiğini zanneden. Belki her şeyin farkındadır ama kendinin ne kadar farkındadır bunu görmeden.
Bir farkındalık yaratmak lazım. Nereden gelip nereye gittiğine, kim olduğuna dair.
Etle kemik ve iç detay. Etle kemiğin farkındadır aslında insan. Ama içinin farkında mı? Etle kemiğin detayına mı takılı, yoksa için detayına mı?
Tabii ki dış detaydan önce iç detayına bakmalı.
İçinde ya dingin bir deniz vardır, ya da fırtınalar kopmaktadır. Dingin bir deniz varsa ne âlâ, yok fırtınalar kopuyorsa sebebini araştırmalı işte. İnsan bilmeli ki, dış detaydan önce iç detaya yol almalı. Ama bu yol o kadar kolayken, kimine göre fersah fersah uzak, kimine göre bir an kadar kısa.
Kim nasıl tasvir eder bu yolu bilmem ama bana göre bir soru bir cevap kadar kısa ve önemli. Aslında herkesin hayat hikâyesi vardır derler ya. Bence kimsenin hayat hikâyesi bir diğerinden farklı değildir. Aynı yerden geliyor aynı yöne doğru gidiyoruz. Ama ortada bir soru, bir cevap var. Tek farklılığımız, o bir soru ve cevaba bağlı kalıp kalmadığımız.
Unutmayın, hikâyenizi nereden ele alırsanız alın, başlangıç noktanız o soru da ve verdiğiniz cevapta gizlidir. Zaman ve mekân bizce belli değil. Ama Soran ve soru, muhatap ve cevabı belli. Siz unutmuş olsanız da.
Zaman; zamansızlığın olduğu an.
Biz daha ete kemiğe bürünmediğimiz bir an. Yani biz, biz değiliz henüz. Bir soru var ki, muhatabı etten kemikten önce RUH.
Et kemik ne anlar bu sorudan? İnsan denen varlık yok daha ortada ki, işte o yüzden, o gün RUH’a sorulmuş. Sorumluluk daha o gün verilmiş ruha.
Bedene niye sorulsun ki, beden hayvanda da var.
Ne kadar geriye gidersek gidelim, işte hikâyemizin başladığı an;
Elestübirabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusuna muhatap olan ruh, tereddütsüz olarak Kalubela (evet Rabbimizsin) dendiği gündü. İşte hepimizin hikâyesinin başlangıcı aynı, o günde başlıyor.
O bir soru ve verilen cevapla.
Bundan kaçış yok. Sorunun muhatabı ruh, beden değil. Hikâyenizin başlangıcı doğduğunuz, ete kemiğe büründüğünü gün değil, sorunun sorulduğu ve cevabının alındığı gündür.
Hikâyenizin sonuysa, ruhun büründüğü o et ve kemikten ayrıldığı gün başlayacak.
Hikâye üretmeye gerek yok. Hikâyenin özeti, bu soru ve cevapta işte. Herkes aynı sorudan, verdiği cevaptan sorumlu ve aynı yolun yolcusu işte...
Ne soruyu soranı ve soruyu, ne de verdiğiniz cevabı sakın unutmadan yaşayın.
Size hatırlatılacak o zaman, mutlaka gelecek.