1976 Yılında okumak için geldiğim bu mübarek şehir beni bırakmadı. Ben de bırakması için gayret etmedim zaten. Bu şehirde yaşamak bana hep huzur vermiştir. Burası benim ikinci vatanım oldu. Nerelisin diyenlere benim cevabım hep “Kahramankonyalıyım” olmuştur.
Bu güzel, bu mübarek şehri yaşanmaz kılan nedir o halde? İnsanları canından bezdiren nedir? Bu soruları hepimiz soruyoruz kendimize, hepimizin de kendimize göre bir cevabı vardır mutlaka.
Beni canımdan bezdiren şey, Belediyelerin bitmek bilmeyen –sözüm ona- iyileştirme çalışmaları. Her yıl bir yerleri yıkıp dökmek acaba zevk mi vermektedir? Ya da “Bakın biz çalışıyoruz” demek mi istenmektedir? Bir gün önce geçtiğimiz yer, bir gün sonra kapatılmış. Bir gün önce sapasağlam olan kaldırımlar, bir gün sonra salkım saçak olmuş. Yollar daralmış, trafik tıkanmış, saçımızı-başımızı yoluyoruz.
Bu şikayetlerimi eski bir Belediyeci olarak yapıyorum. İşin ehline değil de “bizden” birine verilmesi işte bu keşmekeşliğe sebep olmaktadır. Yapılan işlerin çoğu hesapsız, kitapsız işlerdir. Anlık çözümler ürettiğimiz için, yarınların sorunlarını göremiyoruz. Hadi bunları kabullenelim. Peki bir günde bitecek işin 10 gün sürmesine ne demeli? İnsanlara neden 10 gün boyunca çile çektirilmektedir?
Ana arterleri yetersiz bir şehirde yaşıyoruz. Bir ana arterin kapatılması şehrin kriz geçirmesine sebep olmaktadır. Ana damarlarından biri tıkandığı zaman şehir adeta felç geçirmektedir. Sayın başkanlarımızın iyi yaptığı işler de vardır elbette. Ama ne kadar iyi işler yaparsanız yapın, bir işi kötü yaptığınız zaman insanlar olarak bunu görürüz her zaman. Sizin göreviniz hep iyi şeyler yapmaktır. İcraatlarınızı halkı üzmeden yaparsanız biz de sizleri daha çok severiz inanın.
Maksat günü kurtarmak olmamalıdır. Sorunların çözümü de lokal değil, genel olmalıdır. Çünkü şehir bir bütündür. Parça-parça çözüm aramak, çözümsüzlüğü davet etmek anlamına gelmektedir. Hele ki deneme – sınama ile çözüm aramak, kelin başında berberlik öğrenemeye benzer ki, işi semeri ile seksene vardırırız.
Bazı belediyelerimiz çözüm üretmek adına meseleyi kökünden çözüyor adeta(!) Sanki yeteri kadar park yeri varmış gibi, kaldırımlara park yaptırmamak için yollara plastik dubalar monte etmişler. Etmişler de ne olmuş? Vatandaş o dubaların yanlarına yine park yapıyorlar. Bu durum “Okullar olmasa Milli Eğitimi çok güzel idare edeceğim” diyen o malum Bakanın durumuna benziyor. Ah şu araçlar olmasa değil mi?
Avrupalı, kaldırımlara 20 santim kalınlığında kütük mermerler döşemiş. Mermerlerin yüzeyleri yürümekten aşınmış. Belli ki o mermerler 50 yıldan beri hiç yerinden sökülmemiş. Onlar bunu başarabiliyorsa, bizler de başarabiliriz. Başarmalıyız. Şehirlerin her yıl kazılmasından usandık. Kaldırımların her iki yılda bir değiştirilmesinden şikayetçiyiz. Trafiğin tıkanmasından rahatsızız. Park yeri bulamadığımız için yediğimiz cezalar aslında Müslümana gavur eziyeti olmaktadır. Bu cezaları bizler hak etmiyoruz. Hak etmediğimiz cezaların öteki alemde hesabı sorulacaktır elbette. Aklınıza “Bu adam ceza yediği için bu kadar celallenmiş” diye geçiyorsa, geçmesin. Vallahi de ceza yemedim. Ama bunu yazdığım için ceza yersem o başka. Helal olsun, ne diyelim.